30 Nisan 2010 Cuma

SAÇLARDA KARNAVAL 2

Söylemiştim, saçlarıma bir şeyler takmayı seviyorum. Bu sene herkesin olduğu gibi benim de favorim taçlar. Hele şu insanın saçına yapışmış gibi duran tüylü taçları ilk gördüğümde çok sevmiştim ama almaya fırsat buluncaya kadar öyle çok gördüm ki heryerde, hevesim geçti. Ben de kendi taçlarımı kendim tasarlamayı tercih ettim.




Bir kere başlayınca ardı geliyor, çeşit çeşit taçlar çıktı ortaya, ihtiyacım olandan da çok... Taçlarımdan  bazılarını sizinle paylaşmak istedim.



Siyah deri üzerine boncuk,taş,tül, tüy... Allah ne verdiyse!


Saten ve taftadan kocaman güller, tomurcukları rugan deriden.


Mickey Mouse'un sevgilisi Minnie'nin tarzı, sevimli değil mi?


Satenden yapraklar ve boncuklar.

Herbirinin farklı bir havası oldu ama bana sorarsanız minik şapkalarım daha cici oldular. Bu arada minik şapkalarımla ilgili yorum yapan pek çok dostum, özellikle Özgül'üm, şapkalarımı taç olarak tasarlarsam daha kullanışlı olacağı görüşündeler. 


Haklılar ancak ben şapkalarımı broş olarak da kullanabilirim diye düşündüm. Arkasına bir iğne takıp bir ceketin göğsünde şık bir broş, hatta kumaş bir çantada aksesuar bile olabilirler bence. İstenildiği zaman bir çembere iliştirilip taç da olabilirler elbet. 


Yorumlarını benden esirgemeyen, yaptıklarımı üzerinde yazmaya değer bulan herkese teşekkürler... 

27 Nisan 2010 Salı

İSTANBUL FORUM ve TURKUAZOO

Ne yalan söyleyeyim, onca reklam tantanadan sonra bende hayal kırıklığı yarattı Forum İstanbul. Herhangi bir avm işte çok özel bir tarafı yok, tek özelliği içindeki 'Turkuazoo' yani akvaryum. Biz yurdum insanı son yıllarda öyle doyduk ki dev avmlere, yeni bir yerin ilgimizi çekmesi için bir farklılık ortaya koyması gerekiyor. İstanbul Forum devasa bir avm, ama aynı mağazalar, aynı food court. Mimaride de öyle aman aman bir çekicilik yok. Mersin Forum'u gezdiğimde farklı gelmişti mesela bana, Kanyon desen mimari çok orjinal, İstinye Park'ın ortaya koyduğu bir kalitesi var.. Burda Ikea-Forum-Praktiker-Tepe Home gibi büyük mağazaların bir arada olması oldukça zaman kazandırıcı, bir de akvaryum Türkiye için bir ilk ama hepsi bu kadar.

Palyaço balıkları ve diğer okyanus balıkları
(bizimkilerin deyimiyle nemo ve doly)

Akvaryuma gelince bence giriş ücretleri biraz yüksekti. Öğrenci:18TL, Yetişkin:25TL. En azından 23 Nisan da Çocuklar için extra bir indirim olmasını beklerdim ama 23 Nisan adına Forum'un yaptığı tek aktivite akvaryum çıkışına konan büyük beyaz bir balığı çocukların yaptığı resimlerle süslemeleriydi.

Yukarıdaki akvaryumda sadece kum yok,
kumla aynı renk onlarca balık var.
Oğluşumun balıkları farketmesiyle yaşadığı şaşkınlığı, kızımın da abisinin şaşkınlığını anlayamama şaşkınlığını görüyorsunuz.


Akvaryuma gelince benim gördüğüm en büyük akvaryum Londra'dakiydi. Hakkını vermek lazım Turkuazoo da  Londra'dakine yakın bir tesis.Temiz, özenli, ilgi çekici, aydınlatıcı,....




En büyük akvaryumun ortasından geçen tünelden tam beş kez geçtik! Anne şu köpekbalığını tam göremedim, anne şu vatozun resmini çekemedim derken beş defa turladık tünelde.Akvaryumların tümünde cam değil kalın akrilik kullanılmış. Tüneldeki bir de eğimli ve içbükey olunca insanın gözünü fena yoruyor.Çıktığımda gözlerim resmen ağrıyordu ve başım dönüyordu, ancak bir kaç saatten kendime geldim.



Kızım hav hav balıklarından biraz korktuysa da oğluşum gayet memnun kaldı.Bu arada köpek balıklarının sadece bazı türlerinin saldırgan olduğunu ve saldırgan türlerin bütün köpekbalıklarının yüzde onundan az olduğunu biliyor muydunuz? Ben de yeni öğrendim. Üstelik saldırgan türlerin de saldırması için çok aç olması veya kışkırtılmış olmaları gerekiyormuş.İnsanlara saldırmalarının sebebi de yüzen insanı foka benzetmeleriymiş ki fok, köpekbalığının favori yemeğiymiş.


Dalgıçlar çocuklar için su altındaki iletişimi anlatan bir gösteri yapıyorlar.
Bu kareden çok anlaşılmasa da dalgıç ağzından yuvarlak halkalar şeklinde hava kabarcıkları çıkarıyor.
Birdenbire etrafta kocaman deniz yıldızları ve köpekbalıkları dolaşmaya başladı. Köpekbalıklarına rağbet çoktu tabi onlar da fazlasıyla havalıydı. Biz de deniz yıldızıyla fotoğraf çektirdik.


Akvaryumu çocuklarınızla gezmenizin tavsiye ediyorum, farklı bir deneyim oldu. Ama bir daha gidermisin derseniz, hiç sanmıyorum.
Bana bir ziyaret yetti...!

HEPİMİZİ LEYLEKLER GETİRDİ!


Sanırım aramızda seni leylekler getirdi denmemiş kimse yoktur. Leyleklerle doğum arasında herzaman sempatik bir bağ olmuştur.Leyleğin gagasının ucunda sallanan kundakta bir bebek!
Kızımın doğum odası için süsler hazırlarken pembe bir leylek yapma fikri çok sevimli geldi bana. Leyleği kalın bir kartonun üzerine çizip iki ayrı leylek kestim. Kalın olması için iki kartonun arasına strafor koyup bantladım. bantlanmış leyleklere pofuduk bir görüntü vermek için üzerini elyafla sardım. Leyleğin kanadını ayrı bir parça olarak bedeniyle aynı şekilde yapıp sonradan üzerine ekledim. elyaflanmış kartonları pembe kumaşla kapladım. gagası için iki çubuğu gaga açısı oluşturacak şekilde bantlayıp üzerini kurdeleyle sardım.
ayakları içinse pipetleri saten kurdeleyle kapladım. Pipetlerin kıvrımlı kısımları ayaklar oldu. Ayakları belirginleştirmek için tüy yapıştırdım. Gerisi kolaydı, leyleği boncuklarla, incilerle süsledim. Ağzında taşıyacağı bebek için mendil büyüklüğünde bir battaniye kestim ve kurdelelerle, boncuklarla süsüledim. Hazır aldığım bebeği battaniyesine yerleştirip leyleğin gagasına iliştirince leyleğimiz kapımızı süslemeye hazırdı.

Alışılmışın dışında, esprili bir kapı süsü oldu. tüller ve kurdeleler yardımıyla daha da şık bir görüntü elde ettik.
Leyleğimiz hala kızımın odasını süslemeye devam ediyor.

26 Nisan 2010 Pazartesi

AHHHH İSTANBUL!!!


Evet, bir İstanbul seyahatimizi daha bitirip evimize döndük. Sadece dört günlük bir geziydi ama herzamanki gibi tek saniyesini boşa geçirmeden dolu dolu yaşadık İstanbul'u. Herzamanki uğrak yerlerimizden bazılarına yine uğradık ama daha çok yeni rotalar keşfettik bu sefer.
Şansımıza hava çok güzeldi, ne sıcak ne soğuk.Mis çiçek kokularıyla bahar serinliğinde.
Heryerde 23 Nisan coşkususu,her köşede çocuklar için bir eğlence, her mağazada çocuklu ailelere bir güzellik, her restaurantta ayrı bir ikram. Her şey gayet güzeldi anlayacağınız. İstanbul'la hasret giderip, gevşemiş, kafalarımızı ve cüzdanlarımızı boşaltmış, gözlerimizi, ruhumuzu ve tabi midelerimizi doldurmuş olarak tatlı bir yorgunlukla döndük evimize.
Ben sınırlara inanmam, bütün insanlar aynı atadan geldiğine göre birdir, her toprak parçası hepimizindir diye düşünürüm ama İstanbul iyi ki bizim demekten alamıyorum kendimi.Dünyanın en güzel şehridir İstanbul diye ahkam kesecek kadar çok yer görmedim ama Avrupa'nın önemli başkentlerinden dört beş tanesini, Amerika'nın en önemli üç şehrini gördüm, ki bunların arasında New York da var, ben İstanbul'dan güzel bir şehir görmedim. Doğası, tarihi, kültürü, mimarisi, kıpır kıpır denizi, boğazı, .... Evet itiraf ediyorum tutkulu bir aşk bizimkisi. Neyseki bir tek ben değil eşim de çocuklarımda aynı tutkuyla seviyorlar İstanbul'u. On dakikalık araba yolculuğunda huysuzlanan kızım bile o trafikte gık demedi. Gerçi artık gide gele akıllanıp yola çıkışlarımızı trafiğe göre ayarlar olduk ve nerdeyse hiç takılmadık ama yine de mesafeler uzun tabi.Evin Göztepe'de olduğu bizim de Avrupa yakasında dolaştığımız düşünülürse..Olsun İstanbul'un trafiği bile başımız gözümüz üzerine.
Gezip, gördüklerimize gelince, oğlumun ısrarlarıyla İstanbul Forum'u ziyaret ettik önce tabi akvaryumu görmeden de olmazdı, sonra epeydir gezmek isteyipte zaman bulamadığımız Rahmi Koç Müzesini gezme fırsatı bulduk. Olmazsa olmaz deyip, Sultanahmet'e uğradık, tabi avm gezileri ve Kalamış'ta denize karşı kahvaltı ve son olarak Bağdat Caddesi'nde piyasa...
Ayrıntıları ayrıca yazacağım. Seni şimdiden özledik İstanbul...

21 Nisan 2010 Çarşamba

HAYATI DİBİNE KADAR YAŞAMAK

Hepimiz birer fidandık önce,
kara toprağın koynunda birer can!
Hepimizin özü de topraktı,
suyumuzu, ekmeğimizi dahası canımızı
topraktan aldık.
Büyüdük zamanla, toprağa kök saldık,
kucak açtık hayata, yanımıza başkalarını kattık.
Sevdik, sevildik, yeni canlara sarıldık.
Özde değil  sözde büyüdük, büyüdük,
ve en acısı;
olduğumuzdan da büyük sandık kendimizi,
toprağımıza sığmadık.
Öyle bir hızlanmıştı ki dünyamız,
daha bugün bile olmadan
yarınlara daldık...
Aldattık, aldandık!
Devamlı kaydı toprak ellerimizden,
Biz boşvermişliğimizle yol aldık.
Zamanla vazgeçtik pek çok şeyden,
en değerli parçalarımızı yol üstünde bıraktık...
Kanadık, parçalandık,
yine de yolumuzdan olmadık.
Sonra bir de baktık,
yol bitmiş, gidilecek bir yer yok,
hatta ardımızda gelinmiş bir yol bile kalmamış!
Ve çaresizce kabullendik hayatın anlamsızlığını.
Koca bir çınara dönüşmüşken artık,
nihayet hayatın önemini anladık.
Ama çok geç, hem de çok geç kaldık...
Nice çınarlar anlamsızca gözümüzün önünde yokolmuşken,
biz güzellikleri koynuna alan, 
ulu, yıkılmaz bir çınar olabilmenin sırrını anlayamadık!
Herşeyin özü sevgiydi,
biz yalnız geldiğimiz dünyadan,
yapayalnız, hiç yaşamamış gibi
ardımızda iz bırakmadan ayrıldık....


Sakın ola koşturarak, düşe kalka yaşarken hayatınızı ıskalamayın, 
hayatınızın anlamını bilerek, bularak,
hayatın dibine vurarak,
sevdiklerinizi sevginize boğarak,
satılmadan, satın almadan,
parayı, mevkiyi, ünü başüstüne koyup alçalmadan,
ayaklarınızın altına alıp yücelerek  
insan gibi yaşayın
herkese iyi ki doğmuş, iyi ki yaşamış dedirtecek şekilde yaşayın
durmayın, oyalanmayın
iliklerinizde hissederek her anı
doya doya yaşayın....

Yaşamak işini becerebilen sevgili dostum Fulya'cığıma ithaf edilmiştir.
Dostum doğumgünün kutlu olsun....

20 Nisan 2010 Salı

FARKLI BİR YAKA ÖRNEĞİ


Dikişle az da olsa ilgisi olan herkes Burda dergisinden haberdardır. Her ay  
aldığım Burda dergisi yardımıyla pek çok model sahibi olduğum gibi birçok fikir de ediniyorum. Geçtiğimiz aylarda Burda sayılardan birinde tül üzerine incilerle işlenmiş yaka örneğini gördüm. Büyük boyutlarda bir kolye de denebilir. Ben daha çok siyah ağırlıklı giyindiğim için ben siyah tül üzerine siyah, gri ve beyaz tonlarda boncuk, inci, taş ve payetlerle işledim. Az sayıda mor taşlar da ekleyerek biraz renk kattım. Tül üzerine üstelik siyah tül üzerine işlemek pek kolay olmadı. Tül üzerinde görünmesin diye hayalet ip kullandım ve bu ipliği tül gibi gözenekli bir kumaş üzerinde, devamlı düğümleyip keserek kullanmak oldukça oyaladı beni. Ama ortaya çıkan yaka (yada kolye, siz ne kabul ederseniz) gerçekten de şık oldu. Yakamı siyah düz bir elbisenin üzerinde kullandım ve mor tafta bir boleroyla kombinledim.

Bir ara zaman bulursam krem rengi bir yaka daha yapmak istiyorum. Sade bir kıyafeti renklendirmek isteyenlere de kolay gelsin.

SERPİL TEYZEMİZİN GÜLLERİ

Yaklaşık beş yıldır evimiz Serpil Teyzemize emanet. Hangi dolap ne zaman temizlenecek, hangi perdenin yıkanma zamanı gelmiş, dolapta ne bitmiş, marketten ne alınacak, hepsi ondan sorulur. Sağolsun benim yükümü hafifletmek için elinden geleni yapar. Elinden de hep güzel şeyler gelir. Temizliğinin, titizliğinin yanısıra çok iyi bir aşçıdır, parmağını neye batırsa lezzetli olur. Hele bir yağ mantısı yapar, parmaklarınızı yersiniz. Sağolsun nazımıza da oynar, canımız ne istese üşenmez geçer başına ama kendine göre planı programı vardır. Evin işlerini asla aksatmaz, zamansız isteklerimizi, 'aa bugün sırası değil, oylamayın beni' diyerek reddeder. Evimiz bir yana, ailelerimizden sonra çocuklarımızı, canımızı tereddütsüz emanet ettiğimiz kişidir o. Ablamız, oyun arkadaşımız, teyzemiz, elimiz kolumuz, gözümüz kulağımızdır.

Aynı zamanda benim fikir danışmanımdır, yaptığım herşeyi önce ona gösteririm, ondan fikir alırım. Olumlu, olumsuz eleştirileriyle yardımcı olur bana. Geçenlerde diktiğim bir gömleğin yakasına saten gül yapmak isteyip te beceremeyince, bana kurdelelerle gül yapmayı öğretti. Meğer bu gülleri yemenilerin etrafını süslemek için kullanıyormuş ve bunca zamandır bahsetmemiş bana.Tabi hemen getirmesini istedim örneklerini.

O yemenileri görünce aklıma bu minik güllerin bu aralar hepimizin sıkça kullandığı fularlara çok yakışacağı geldi. Serpil Teyzemiz benim seçtiğim yemenilere gülleri daha saçaklı bırakarak iğne oyasıyla işledi ve ortaya çok şık, hem otantik, hem modern, fularlar çıktı.


Ben zevkle kullancağım fularlarımı. Beğenen varsa Serpil Teyzemiz sipariş alıyor, bilginize.

18 Nisan 2010 Pazar

DERİ ÇİÇEKLER


Deriden, tabi bahsettiğim yapay deri, çiçek yapma fikri çok akıllıca gelmişti bana. Çünkü deriyi rahatça kesersiniz ve kestiğiniz yerler ipliklenecek diye bir sorun yoktur. Yukarıda gördüğünüz çiçekleri gri bir elbisenin üzerinde kullanmak için tasarlamıştım. Şimdi siyah bir ceketle kullanıyorum. Dümdüz bir elbiseye, cekete veya bluza hatta çantaya bambaşka bir hava katıyorlar.

Yapımına gelince gayet basit, deri parçasından boydan boya on santim kalınlığından bir şerit kesiyorsunuz, kalınlığı çiçeğinizin büyüklüğüne göre değişebilir. Bu şeritin uzun kenarı üzerinde iki parmak aralarla makasla kesiler yapıyorsunuz. Bu kesilerin uçlarını makasla yuvarlayıp, şeriti alt kısmından iğne ve iplikle büzüyorsunuz. Elinizdeki büzülmüş şeriti çiçek olacak şekilde üst üste yuvarlayıp iğne iplikle sabitliyorsunuz ve ortasına da bir taş dikiyorsunuz. Çiçeğiniz hazır.

16 Nisan 2010 Cuma

BONCUKLAR HERYERDE


Elimde değil, incik, boncuk çok seviyorum. Hayatımdaki herşey şıkır şıkır olsun mümkünse. Pembe lalelerim için pembe bir vazoya ihtiyacım olunca aklıma geldi bardaktan vazo yapmak. Zaman zaman coca-cola nın promosyon olarak verdiği silindir uzun bardağı, yüzeyine ipe dizilmiş boncuklar yapıştırarak kapladım. İçine yerleştirdiğim laleleri siyah tül, pembe kalpler ve kelebeklerle zenginleştirince çok hoş bir aksesuar oldu. Baktım boncukla kaplama güzel sonuç veriyor, bir ara bir akaryakıt firmasının dağıttığı ve sadece iki tane olduğu için kullanamadığım kadehlerimin de üzerine iki sıra boncuk yapıştırdım. Kadehlerin içine de tül ve boncuk koyarak peçetelik olarak kullandım. Klasik peçeteliklerden daha şık değil mi? Üstelik içinden konukların peçete alması da oldukça kolay.

15 Nisan 2010 Perşembe

DİLEK AĞACI

Bir İstanbul gezimiz sırasında pembe ve mor çiçek ve taşlarla süslenmiş dallar görmüştüm bir mağazada. Tam da benim evimin antresine göreydi. Almak isteyince sadece dekorasyon amaçlı olduğunu söyledilerse de benim ısrarlarıma dayanamadılar ve ben yaklaşık birbuçuk metre boyundaki dalları sırtlayıp uçakla evime kadar getirdim ve tam da hayal ettiğim köşeye yerleştirdim, hala da zevkle kullanıyorum. Dalları yakından izleyince farkettimki aslında yapımı gayet basitti. Bir süre sonra canım annem yeni bir eve taşınınca onun için kendi ellerimle bu dallardan yapmaya karar verdim. Çiçekçiden aldığım ham ağaç dallarını gümüş gri spreyle boyayıp, dalların üzerine mor, beyaz, pembe taşlar ve çiçekler, gümüş gri toplar, minik kelebekler ve yılbaşı çanları yerleştirdim.



Sonuçta ortaya yukarıda gördüğünüz aranjman çıktı. Görüntüsü bana dallarına dilekler bağlanan  bir ağacı hatırlattığı için adı dilek ağacı oldu.

Daha sonra bir dilek ağacı da kızımın odası için hazırladım ve bu sefer dalları fıstık yeşile boyayıp, üzerine pembe çiçekler, inciler, pembe ve yeşil tonlarında aldığım pek çok tokayı bağladım. Kurbağalar, kelebekler, kediler pekçok çeşit tokalar öyle şık durduki dallarda ... Kızımın odası için çok hoş bir aksesuar oldu.



Sizce de çok şirin görünmüyor mu?

13 Nisan 2010 Salı

MİNİATÜRK

İstanbul bizim için bir tutku, ailecek bir kaç ay ayrı kaldık mı özlemeye başlıyoruz İstanbul'u.Son bir kaç haftadır oğluşum İstanbul'a ne zaman gidiyoruz diye sormaya başladı demek ki yeni bir ziyaret zamanı gelmiş.
Her İstanbul gezimizin olmazsa olmazları vardır. Mesela Ortaköy'de midye tava yiyip boğaz turuna çıkmak, Sultanahmet'te namaz kılıp dua ettikten sonra Four Seasons otelin muhteşem bahçesinde kahve içmek, Beylerbeyi'nde sahilde dolaşıp manavdan enginar almak, Anadolu Hisar'ında Lacivert'e gidip boğaz ayaklarının altında yemek yemek, Kalamış Park'ında kahvaltı yapmak gibi.. Alışkanlıklarımızın yanında her gezide İstanbul'un yeni bir köşesini de keşfetmeye çalışırız. Bu amaçla nette araştırma yaparken Miniatürk'e rastladım.
İki sene önceki gezimizde ziyaret edip hayran kalmıştık.
2003 yılından beri açık olduğu düşünülürse belki çoğunuz ziyaret etmiştir, etmeyenler içinse çocuklarla kaliteli zaman geçirmek için çok güzel bir yer diyebilirim.Sadece 22 ayda tamamlanmasına karşı son derece itinayla inşa edilmiş herşey. Haliç kıyısında yer alması da ayrı bir güzellik.
Türkiye ve Osmanlı coğrafyasından seçilmiş 105  maket var. Zamanla sanırım daha da genişletmek için alanlar da ayırmışlar. Maketler 1/25 ölçekle dış mekana uygun şekilde yapılmış.
Maketlerin 45'i İstanbul'da, 45'i Türkiye'nin değişik bölgelerinde, 15'i de Türkiye sınırları dışında.
Hepsi ayrı ayrı birer sanat eseri ama ben en çok Mardin şehrini ve Galata Kulesini sevdim. Oğlumunsa Boğaziçi köprüsü ve Atatürk Havalimanı dikkatini çekti.
Maket Parkı dışında restaurantı, hediye dükkanı, anfisi, müzesi, çocuk oyun alanı da var.

Oyun alanında Truva atı, yapay çimlerle yapılmış bir labirent ve masal anlatan ağaç da var.
Henüz görmemiş olanlar için şiddetle tavsiye ediyorum.

ORDA KİMSE VAR MI?

Nerdeyse her gün birşeyler yazıyorum bloguma ve her bilgisayar başına geçişimde heyecanla bakıyorum ekrana, acaba yazdıklarımı okuyan oldu mu, okuyanlar neler düşündü diye. Fulya'cığım da olmasa yorum yazan yok ama okuyan var mı, işte onu bilmem mümkün değil. Yani sizinle iletişim kurduğumu, okunduğumu anlamam için sizlerin yorumlarını almam gerekiyor.
Aslında blog dünyasındaki tecrübesizliğimden dolayı bir hata yapıp yorumlara izin vermemişim. Pek çok arkadaşım bu konuda şikayetini bildirince yorum ayarlarını değiştirdim. Artık isteyen herkes yorum yapabiliyor, haberiniz olsun.
Okuyan tek bir insan olmasa bile bu blog fikri bence harika. Bir çeşit günce gibi, en azından uğraşlarımın düşüncelerimin, yaşadıklarımın yazılı bir kanıtı oluyor, bu da benim için yeterince mutluluk verici. Ama lütfen daha çok mutlu edin beni, olumlu olumsuz yorumlarınızı yazın bana. Herkesten öğrenecek birşeylerim var benim. Esirgemeyin benden düşüncelerinizi.
ORDA KİMSE VAR MI? 

12 Nisan 2010 Pazartesi

SAÇLARDA KARNAVAL




Kızıma orjinal bir toka ararken gözüme çarptı; çok şık minicik şapkalar. Tüylü, dantelli, taşlı minik şapkalar birer tokaydı. Mağazadaki tokaların hepsi aynı malzemelerle yapılmıştı, sadece üç farklı rengi vardı. O an aklıma şapkaların çok farklı şekillerde süslenebileceği geldi ve bir dolu resim canlandı gözümün önünde. Tabi hemen kendi şapkalarımı yapmaya koyuldum.
İlk iş şapka olabilecek bir daire ve üzerine konacak daha küçük bir yuvarlak bulmaktı. Üstteki yuvarlağı hemen buldum:pet şişe kapağı. Alttaki daireyi bulmaksa pek de kolay olmadı. Kırılmamalı, ezilmemeli, kıvrılmamalı, katlanmamalı, pürüzsüz ve kusursuz bir daire olmalı. Bulabildiğim en iyi fikir kavanoz kapağıydı, o da tam olarak içime sinmedi ama şimdilik başka bir alternatif bulamadım.
Kapakları elastik yani lycralı kumaşla kaplayıp yapıştırdım ve üzerlerini içimden geldiği gibi süsledim.
Kimisi kokoş oldu, kimisi çılgın...
Aslında bu şapkaların altına bir iğne iliştirilirse broş olarak da kullanılabilirler yada bir çembere iliştirilip te taç olarak da kullanılabilirler.
Sanırım farkettiniz, saçlarıma birşeyler takmayı seviyorum:)

5 Nisan 2010 Pazartesi

DOĞUM ODASINDA ŞENLİK VAR!

Hastanedeki odamız için de pekçok şey hazırladım. Çikolata ikramı için klasik bir sepet yerine ahşap bir tepsiyi tülle kapladım. Tepsinin ortasına küçük bir kutu içinde süslü çubuklar yerleştirdik ve şekerlerimizi bu kutunun etrafına dizdik.

Hoşgeldin yazısı, bebek arabası kapı süsü, leylek kapı süsü, ayın üzerinde oturan bebek kapı süsü... Hepsini ben yaptım.

Odadaki bebek sepeti için iki kat tülden bir etek hazırladım.

Dantelden dikilmiş altın yastığımız da bebek sepetini süsledi.

Ziyaretçilerimiz için bir açık büfe hazırlamıştık.Açık büfe için daha önce anlattığım çikolatalı kurabiyeler ve pembe kremalı cupcakeleri ben yapmıştım. Annanne ve babannemiz de pasta ve çörekleriyle katkıda bulundular.

Günlerce hazırlık yapmıştım ama hepsine değmişti. Doğum odamız çok şık olmuştu ve zahmet edip bizi ziyarete gelen misafirlerimizi istediğimiz gibi ağırlayabilmiştik.

CANIM KIZIMIN ODASI




Dikişe olan merakımı kızıma hamileyken keşfettim. Sıkıntılı bir hamilelik geçiriyordum ve zamanımın büyük kısmını evde geçiriyordum. Sıkıntıdan patlamamak için kızımın odasını hazırlamaya başladım.
Daha önce oğluma aldığımız mobilyayı zaten beyaz ve ahşap renklerindeydi sadece kulplarını değiştirmek gerekiyordu.Bir mobilyacıya pembe ve fıstık yeşil renklerde çiçek kulplar yaptırdım, odayı da fıstık yeşile boyattık.Perdemizi de pembe organize tülden seçtik.Perdeye renk katmak için pembe ve yeşil boncukları dizip, perdenin üzerinden sarkıttım.
Oğlumdan kalan yatak minderlerini annemle kaplamaya karar verdik.Tabi pembe ve fıstık yeşil renklerini seçtik.Yatak örtüsünün vektminderlerin üzerine hazır organize çiçeklerden serpiştirdik.
Yatağın üzerine hazır satılan dönencelerden takmaktansa tülden kelebekler yapıp taktım.
Hazır satılan kağıt fenerlerin dört tarafından kurdeleler sarkıtıp, kurdelelerin ucuna diktiğim fıstık yeşil sepeti tutturdum.Sepete pembiş bir hippo yerleştirdik.Ucu boşta kalan kurdelelere de taş ve boncuklardan yapılmış kelebek ve kalpleri taktım.
Pembe kumaştan kızımın isminin başharfi olan E harfi diktim, içini elyafla doldurup etrafına yeşil boncuklar diktim.
İnce, uzun bir cam vazo alıp içine fıstık yeşile boyadığım dalları yerleştirdim. Dalların üzerine pembe boncuklar,çiçekler ve pembe ve yeşil tonlarında aldığım tokaları taktık. Çok güzel bir dilek ağacı oldu.
Yine odanın tonlarında bir sepet hazırladım.

Kızımı ziyarete gelenlere ondan bir hediye vermek için fimo hamurundan bebek kafaları yapıp çubuklara taktım ve üzerlerine pembe elbiseler diktim.
Pembe shaggy halımızı da bulunca odamız kızımız için hazırdı.
Doğumdan hemen sonra eve dönünce kapılarımıza ve elbise dolabımızın kapaklarına tüller bağladık ve kapı süslerimizi astık.
Cıvıl cıvıl bir kız odası olmuştu ve en önemlisi nerdeyse herşey benim ellerimden çıkmıştı.

KİRLENMEK GÜZELDİR


Çikolatalı kurabiyelerimi anlattığım yazımdaki resimlerde belki oğlumun kurabiyelere dalıp gittiğini farketmişsinizdir. Bütün çocuklar gibi bizimkiler de bayılıyor çikolatalı herşeye.
Kurabiyelerin bir kısmını onlar için çikolata kaplamadan ayırdım. Akşam yemeğinden sonra çikolatayı eritip kurabiyelerle önlerine koydum.İstedim ki diledikleri gibi yesinler. Gördüğünüz gibi epeyce kirli çamaşırımız ve bulaşığımız oldu. Ama kuzucuklarım öyle keyifle yediler ki kurabiyelerini, her türlü zahmete değdi.
Bu arada büyüyünce tasarımcı olmak isteyen oğlum kurabiyeleri tasarlamayı da ihmal etmedi.Sonra da afiyetle yedi.

4 Nisan 2010 Pazar

ÇİKOLATALI KURABİYELER

Bunca yıldır hiç gerçek bir komşum olmamıştı benim.Ondört katlı bir apartmanda oturuyorum ve tabi ki komşularım var ama komşu olmak benim için düğünlerde yada başka özel günlerde görüşmekten, apartmana girip çıkarken karşılaşınca selamlaşmaktan ibaretti. Ta ki yeni komşumuz benimle komşuluk yapmak için ısrar edene kadar.
Diğer komşularımın aksine benim yaşlarımda, benim çocuklarımın yaşlarında oğlu ve kızı var, eşi benim eşimin yaşlarında, dahası pek çok ortak tanıdığımız var... Samimi komşular olmamız gayet doğaldı ama benim alışkanlıklarım dışındaydı komşu olmak ve zaten zor arkadaş edinen biriydim.
Ama Emel'ciğim yılmadı zorla komşu oldu benimle hem de ne komşu.
En ufacık bir rahatsızlığımda yemekler yapan, evinde lezzetli ne yiyecek varsa bir tabağını benimle paylaşan, samimi, içten, hoş sohbet, şeker bir komşu.Çok seviyorum komşumu ve ben de elimden geldiğince ona komşuluk yapmaya çalışıyorum.
Geçenlerde kızının doğumgününü evde kalabalık bir aile toplantısıyla kutlayacağını anlatınca ben de ona misafirlerine ikram edeceği bir şeyler yapmak istedim.Ama öyle sıradan bir kek, börek olmazdı, zaten pasta konusunda oldukça yetenekliydi komşum. Aklıma kızımın doğumunda yaptığım kurabiyeler geldi.
Hastaneye ziyarete gelenlere ikram etmek için doğum odama bir açık büfe hazırlamıştık. Bu açık büfe için çikolatalı kurabiyeler yapmıştım.
Hem lezzetli hem de şık olmuşlardı. Benim zarif komşuma yakışır bir ikram olacağını düşünerek işe giriştim.Herkesin bildiği klasik şekilli kurabiyelerden yapıp kalp ve çiçek kalıplarıyla kestim. Tepsiye yerleştirince kurabiyelere çubuklarını taktım ve öylece pişirdim.
Fırından çıkıp, soğuduktan sonra da kurabiyeleri benmari usulü erittiğim siyah ve beyaz çikolatalarla kapladım. Çiçek kurabiyelerin ortasına pembe boncuk şekerlerden serptim.
Servisi kolaylaştırmak ve daha şık bir sunum için de cam, geniş bir kabı tüllerle, kelebeklerle süsleyip içine strafor yerleştirdim ve çubuklu kurabiyelerimi bu strafora batırarak bir aranjman yaptım.
Ortaya meyve buketimle yarışabilecek şıklıkta bir kurabiye buketi çıktı.
Bence kurabiye buketi de çiçek buketlerinin yerini tutabilecek bir hediye.
Kurabiye buketimi komşuma götürdüğümde çok mutlu oldu, her zamanki zarifliğiyle defalarca teşekkür etti.
Hem komşumu mutlu ettiğim için, hem de güzel kızının doğumgününe bir katkım olduğu için ben de çok mutlu oldum.
Emel'ciğim iyi ki komşumsun:)

KİŞİLİKLİ ELBİSELER


Doğumlarla aldığım kilolarım başımın belası. Kızım iki yaşına ulaştı ama ben henüz hiç kilo veremedim. Aslında pek uğraştığım da söylenemez. Dikiş dikmeye başladığımdan beri alışveriş sorunum olmadığı için biraz kendimi salıveriyorum galiba.Giyecek birşeyler bulamasam belki de kilo vermek için daha çok çaba sarfederim.

Tabi dikiş dikiyorum diye de her modeli kendime dikemiyorum, her rengi yada her deseni kullanamıyorum. Kilolarım benim için fazlasıyla kısıtlayıcı oluyor.Genelde koyu, tek renk, fazla ayrıntısı olmayan modeller tercih ediyorum, tabi ki bu elbiseler de sade ve sıradan oluyor. Elbiselerime bir kişilik kazandırmak ve onları sıradan olmaktan kurtarmak için değişik bölgelerini işlemeyi tercih ediyorum. Yukarıdaki elbiseler bunlardan bazıları.

Sizler de giymekten sıkıldığınız veya fazla sade bulduğunuz elbiselerinizi bu şekilde renklendirebilirsiniz. Nasıl, sizce de güzel olmamışlar mı?

KIZIMIN CİCİLERİ

Dediğim gibi bir kız çocuğa sahip olmak ve onu süslemek benim hayalimdi. Daha kızım karnımdayken ona bir şeyler dikmeye başladım. Artık iki yaşında ve kendi de ona giydirdiklerimi farkediyor. Yeni birşeyler giymek onu heyecanlandırıyor. Hele elbiseler özellikle etekleri uzun ve bol olanlar favorisi.
Benim için de kızıma giysi dikmek büyük keyif. Yukarıdakiler kışlık kreasyonumuzdan bazıları.Kahverengi kadife olanı annannesi dikti. Diğerleri bana ait.
İnşallah kendi kıyafetlerimden fırsat bulabilirsem kızıma yazlık elbiseler de dikeceğim.

3 Nisan 2010 Cumartesi

MEYVE BUKETİ

Nette gezinirken bu aralar sık sık görüyorum meyveden yapılmış aranjmanları.Kesinlikle çok şıklar bir o kadar da iştah açıcı.
Ben oldum olası çiçekleri çok seven bir insan oldum.Mevsimine göre laleler, nergisler, frezyalar...Dalında güzel taraftarı da değilim. Çiçek için gözümü kırpmadan paraya da kıyarım.
Ama meyve buketleri de çok iyi fikir değil mi? Sonuçta çiçeklerin belli bir süresi var ve sonunda her çiçek çöpe gidiyor. Oysa meyve buketleri hem bir çiçek aranjmanı kadar şık, hem de yenebiliyor!
Özellikle geçmiş olsun dilekleri için çok ideal bence. Sonra evde misafir ağırlarken de yemek sonrası masaya ağır tatlılar veya tabaklara öylece konmuş meyveler yerine bir meyve buketi gelse daha şık, daha hoş olmaz mı?
Uzun zamandır denemeye niyetim vardı sonunda başına geçtim.İlk deneme için fena olmadı meyve buketim, ancak çok kolay bir iş değilmiş. Birkaç meyve için bu para fazla diye düşünüyordum ama el emeği de oldukça fazlaymış. Ancak benim çözemediğim o meyvelerin soyulduktan sonra tazeliğini nasıl koruyorlar? Şeffaf tart jölesiyle mi kaplıyorlar? Ben sadece çilek, muz ve ananas kullandım.Çileklerin zaten soyulma sorunu yoktu ve çikolata kaplamıştım.Ananaslarda dilimlenmiş ve çubuklara takılmış olarak poşetli bekledi.Muzlar ise servisten hemen önce soyulup bukete eklendi.Evde ağırlanan misafir için sorun değil ama buket dışarda bir yere gidecekse nasıl olacak? Yada elma, armut, portakal gibi meyveler kullanılacaksa? Bilen varsa bana da anlatsın lütfen.
Benim meyve buketime gelince misafirlerim çok beğendiler afiyetle de yediler.Sizce nasıl görünüyorlar?

ELBET BU ÜLKEYE DE GÜNEŞ DOĞAR

Koskoca bir yalnızlıktır yaşadığımız,
Renk cümbüşü içinde belki de en sığ köşedeki, en koyu siyahız.
Belirsiz yarınlarda kaybolmuşken evlere şenlik aklımız,
Daha çok uzar gibi parlak senelerle olan kara sevdamız...

'yalnız ve güzel ülkeme' ithafen.....

1 Nisan 2010 Perşembe

İYİ Kİ DOĞDUN CANIM KIZIM

Daha önce de bahsettiğim gibi ben annemim ilk çocuğu ve tek kızıyım.Henüz onsekiz yaşındayken beni kucağına alan annemle yıllar boyu abla kardeş sandı insanlar bizi. Bu yanılgıda annemin çok gençken bana sahip olmasının yanında eşsiz güzelliğinin de payı var tabi.
Genç kızlık yıllarımda annem sık sık kız evladı hemen büyüyor anneyi de yaşlandırıyor diye yakınırdı. Bu yakınmalardan olsa gerek ilk hamileliğimde hep oğlum olsun istedim, şükürler olsun Allah'ım bana hayal edebileceğimden de şahane bir erkek evlat verdi.
Ama ne yalan söyleyeyim hep bir de kızım olsun istedim. Pembelerle süsleyebileceğim, birlikte kuaföre gidip, alışveriş yapabileceğim, annemle benim aramdaki gibi bir aşk yaşayabileceğim şeker bir kız.
O kadar içten istemişim ki Yüce Rabbim kız evladını da nasip etti bana.
Canım kızım bu ay iki yaşını tamamladı.Bu sene onun için külkedisi temalı bir pasta yaptım. Ailecek kutladık doğumgünümüzü, pastam da herkesten geçer not aldı. Kızım da pastanın heryerini parmaklayarak beğenisini belirtti.
İyi ki doğdun canım kızım, birlikte daha nice yıllara!