29 Ekim 2010 Cuma

CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN !


Ulu Atatürk,

Emanetine hıyanet içinde olsa da pek çoğumuz,

Kurduğun Cumhuriyet 87. yılına erişti bugün !

Huzur içinde yatman çok zor ama yine de rahat ol Ata'm...

Azınlıkta da kalsak senin yolunda yürümekten vazgeçmeyeceğiz.



Hepimizin Cumhuriyet Bayramı Kutlu Olsun !!!

28 Ekim 2010 Perşembe

ŞIKIR ŞIKIR BİR ABAJUR




Kardeşim ve eşinin yeni bir eve taşındıklarından daha önce bahsetmiştim. Yeni evleri için uzun bir süre hediye aradım. Kafamdaki hediye abajurdu ancak onca çeşidin arasında mobilyalarına uygun olanı bulmak epeyce zor oldu. 

Ankara'da görmediğim abajur kalmamıştır sanırım.

Kiminin ayağını beğeniyorum uygun şapka yok, kiminin şapkası uygun ama çok sade. Sonunda bu gördüğünüz abajuru buldum. Renk ve tarz olarak beğensem de biraz sade geldi bana. Elimin değdiği herşeye bir ışıltı katmak adetim oldu artık.

Perde aksesuarları satan bir mağazadan hazır dizilmiş boncuklardan aldım. Boncukları sıcak silikonla şapkanın etrafına yapıştırdım, daha şık bir görüntü için üzerine de altın sarısı su taşı yapıştırdım.

Şansıma istediğim tonda şapka bulabildim ancak bulamasam iskeletini alıp organize kurdele sararak bir şapka yapmayı düşünmüştüm. Kardeşlerimin evinin dekorasyonuna uygun olan boncuk kullanmaktı. Tüy, püskül veya yapma çiçekler de  diğer seçenekler olabilir. 

Kardeşlerim evinizde mutlu, huzurlu, sağlıklı  günler diliyorum.

Abajurlarınızı güle güle kullanın. 

22 Ekim 2010 Cuma

TEMBEL HANIM PİZZASI

Sizi bilmem ama benim için günün en büyük sıkıntısı akşama ne yemek yapacağım. Her gün ayrı bir menü oluşturmak çok zorluyor beni. Hemen hemen her sabah kahvaltı da eşime sorarım bu akşam ne yemek yapayım diye. İsterim ki bir yemek adı belirlesin de ben de sıkıntımdan kurtulayım ama maalesef ya hiç yapılmayacak bir istekte bulunur yada boş ver canım bugün de hazır bir şeyler  yiyelim deyip geçiştiriverir.

Sağolsun kızım bir kaç çeşit dışında her yemeği seviyor, ama oğluşum çok problemli yemek konusunda. Dolayısıyla benim yemek seçmekteki problemim daha da sıkıntılı bir hal alıyor.

Dün de dönüp dolaşıp hiçbir yemek adı bulamadığım bir gündü. Mutfağı tırtıklarken kızım çok sevdiği için evimizden eksik etmediğimiz bazlamalar ilişti gözüme. 


Sandviç, tost tarzı yiyecekler yapan kafelerde, siz de fark etmişsinizdir bazlama pizzaları.

Hamur yoğurmayı beceremeyen benim için ve pizza sever eşim ve çocuklarım için harika bir seçenek oldu bazlama pizza.   

Bazlamaları ikiye bölüp, sosunu sür, kaşarını rendele, istediğin malzemeleri üzerine ser, hepsi toplam beş dakika.

Tam tembel işi anlayacağınız.

Yalnız fırını önceden hem alttan, hem üstten  fanı da açık olarak ısıttım. Tepsiyi fırına atarken hem alttan ısıtmayı hem fanı kapattım, sıcaklığı da 170 dereceye düşürdüm. Malum bazlamalar zaten pişmiş olduğundan amaç üstündeki malzemeyi pişirmek bu arada da bazlamayı kurutmamak.


Bu da sosisli pizza delisi oğlumun mutluluğu.

Benim gibi yapacak yemek bulamayanlara belki bir alternatif olur diyerek sizlerle de paylaşmak istedim.

Afiyet Olsun!

21 Ekim 2010 Perşembe

EVLAT CANDAN ÖTE! PEKİ YA EŞİNİZ?

Sabahları kahvaltı hazırlarken bir yandan da televizyondan sabah haberlerini dinlemek alışkanlık oldu benim için. 

Sanırım bir kaç gün önce,  Kars'ta meydana gelen bir yangın haberi vardı. 

Apartmanın en üst katında bir anne ve dokuz aylık bebeğinin mahsur kaldığını duyunca her kadında olan anne hassasiyetiyle televizyona dönüp izlemeye başladım.

İtfaiyenin merdiveni de yetişemeyince uzun süren bir kurtarma çalışması yapılmıştı. Baba aşağıda dizlerinin üzerinde çaresizlik içinde ağlıyordu. Anne ise bebeğine sarılmış dehşet içinde aşağıya bakıyordu. 

Gözlerim dolu dolu merakla takip ettim haberi. İtfaiyenin ardından baba da attı kendini içeriye ve bir süre sonra anne ve bebeği alarak dışarı çıktılar. Çok şükür ikisi de kurtulmuştu.

Ama o görüntülerde benim dikkatimi çeken başka bir şeyler vardı. Baba bebeği kucağına bastırmış ardına bakmadan koşarak çıktı içeriden. Anne ise arkalarından tek başına...

Muhakkak ki herkes acil bir durumda önce çocuğunu düşünür ancak insanın eşini de bu kadar arka plana atması normal midir?

Evlatlarım canımdan öte, ama eşim de onlardan sonra gelmez benim için.

İnşallah hepimizin çocukları hayırla büyüyüp bir gün uçacak yuvadan. Kendi yuvalarını kuracak, kendi hayatlarına, eşlerine, kendi çocuklarına dalacaklar. Biz de kendi anne babamızın canından öte evlatları değil miyiz? 

Eninde sonunda, inşallah hayırlı uzun ömürler verirse yüce Rabbim, bir 'Edi' bir 'Büdü' başbaşa kalacağız eşlerimizle. 

Diyeceğim o ki, çocuklar için feda ederken ömrünü eşini, daha doğrusu aradaki ilişkiyi de ihmal etmemeli insan.

Bilmem siz ne dersiniz?

19 Ekim 2010 Salı

YENİ CİCİLERİM


Bir şeyler dikmeyeli, incik boncukla uğraşmayalı o kadar uzun zaman oldu ki, özlemişim iğneyi ipliği.

Ankara'ya giderken annem takılmıştı bana, dikiş makineni de götür istersen, özlersin diye. Sadece şaka yapmıştı ama ben gerçekten özlemişim makinemi.

Geçtiğimiz hafta çamaşır, ütü, ev işi derken koşturmacayla geçti, ancak yerleşebildik evimize. Nihayet bugün zaman bulup kumaşçıma gittim aylar sonra. 

Kumaş kokusunu bile özlemişim, trikolar, yünlüler, krepler, satenler....

Şimdilik bir kaç parçayla yetindim. 

Aklımda bir dolu model var.

Umarım yakın bir zamanda dikilmiş hallerini de paylaşırım sizlerle.

Görüşmek üzere....

16 Ekim 2010 Cumartesi

İYİ Kİ DOĞDUN CANIM OĞLUM !


Henüz nişanlıyken eşimle çocuk sahibi olma fikrini tartışmış ve beş yıl zaman tanımıştık birbirimize. Evliliğimizin ilk beş yılını başbaşa geçirecek evliliğimizin tadını çıkaracaktık. İlk üç yıl planladığımız gibi başbaşa ve seyahatlerle, gezilerle, eğlenceyle geçirdik. 

Ancak üç yılın sonunda bütün arkadaşlarımız çocuk sahibi olmuştu ve farkettik ki artık biz de çocuk istiyoruz. 

Evliliğimizin dördüncü yılında yani sekiz yıl önce, 15 Ekim 2002 salı günü saat 07.10 da canım oğluşum, EFE'm, dünyaya geldi.

Ankara'dan döndüğümden beri bir türlü toparlanamadığımdan oğlumun doğum günü yazısını bile gününde yazamadım. Kutlamamızı dün akşam yaptık, yazmaya da bugün fırsat bulabiliyorum.

Önceden bir hazırlık yapamadığım için oğlumun pastası da çok sıradan oldu bu sene, içime sinmedi. Neyseki oğluşum her zaman kibarlığıyla pastayı çok beğendiğini söyleyip, teşekkür ederek rahatlattı beni.


Oğlum, 
Canımın özü, umudum, gururum, yaşama sebebim, 
Arkadaşım, dert ortağım, 
Gözümün bebeği, 
Yakışıklı, akıllı, beyefendi oğlum,
Cadı kızımın bitanecik abisi,
SENİ ÇOK SEVİYORUM.....

İyi ki doğdun,
İyi ki benim oğlumsun,
Sana baktığım her an sonsuz şükürler ediyorum Yüce Rabbime.
Sen sahip olduğum en değerli şeysin!
Senin annen olmak en büyük gururum!

Ömrün uzun, bahtın açık, şansın çok, kaderin güzel olsun !
Hayatın en az senin kadar güzel olsun !

Sana dair tek beklentim mutlu hem de çok mutlu olman.

İnşallah, sevdiğin ve sevildiğin bir evlilik yapıp, senin gibi muhteşem çocuklara sahip olursun,
Yapmaktan keyif alacağın bir meslek edinir, mesleğinin en iyisi olursun,
Hayatın boyunca karşılaştığın her insana güzellikler katan, herkesçe sevilen, sayılan, hayırlı bir insan olursun !

CANIM OĞLUM,
DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN !

9 Ekim 2010 Cumartesi

KITLIK KAÇ GÜN KIRK GÜN


Çocukluğumdan beri sıkıntılı bir durum söz konusu oldu mu, babam, en endişeli o olsa da, hemen kendini toparlar ve o veciz sözlerinden birini söylerdi. Bu sözlerden en çok kullandığı da,  'kıtlık kaç gün, kırk gün'.

Bu söz ne anlama gelir hiç bir fikrim yoktu, ama babam böyle söylediği zaman bilirdim ki o sıkıntı geçecek.

Üniversite için Ankara'ya geldiğim dönemde daha önce de bahsettiğim gibi hem çok heyecanlanmış hem de müthiş bir huzursuzlukla endişe duymuştum. Babamla her görüşmemizde ben onları ne kadar özlediğimi anlatır, yeni hayatımdaki sıkıntılardan dert yanardım. O da boğazının düğüm düğüm olduğu sesinden belli olmasına rağmen, bütün soğukkanlılığıyla yine aynı sözü tekrarlardı: 'Kıtlık kaç gün, kırk gün!'

Bir, iki, üç derken her seferinde aynı sözü duymaktan sıkılıp, bir gün nedir bu kıtlık lafı, ne alakası var benim durumumla diyerek isyan ettim. İnsanoğlu başına gelen her şeye zamanla alışır, en çok kırk gün sürer her sıkıntı, kırk birinci gün artık hayatının bir parçası olur diye açıkladı babacığım.

Gerçekten de her türlü değişime zamanla ayak uydurur insanoğlu. Ama henüz kırk gün olmadığından belki ben oğluşumdan uzakta yaşamaya alışamadım. Bence bir annenin evladından uzakta kalmaya alışmasına yetecek süre de yoktur zaten.

Ankara'daki bir ayımızı tamamlayıp, Pazar günü evimize, oğlumuza, ailemize, dostlarımıza geri dönüyoruz.

Kursum iki ay daha devam edecek, ancak ben geri kalan bölümünü Kayseri-Ankara arası mekik dokuyarak tamamlamaya karar verdim. 

Oğluma, anneme, babama ve kardeşime daha fazla dayanamayacağımı anladım.

Dostlarımı, can arkadaşlarımı, evimi çok özledim.

Belki bu Ankara'dan size yazdığım son yazı olacak. Kayseri'de görüşmek üzere sağlıcakla kalın...

6 Ekim 2010 Çarşamba

FAKINDA OLALIM !

Öğrenciyken boş vaktimiz oldu mu kendimizi Kızılay'a atardık. Güvenpark'ta dolmuştan iner, Sakarya, Yüksel, İzmir caddesi dolaşır dururduk.

O zamandan beri kim bilir kaç kez daha geldim Ankara'ya ama Kızılay'a hiç uğramamıştım. Trafiği, kalabalığı, park sorunu derken fırsat bulamamıştım.

Ankara'da ilk kez bu kadar uzun kaldığım için bu sefer bir günümü Kızılay'a ayırayım istedim. Arabayı bırakıp, dolmuşla, hatta ODTÜ dolmuşuyla gidelim istedim ama maalesef eşimi ikna edemediğimden arabayla gittik.

Tabii uzun bir süreyi park yeri aramakla geçirdik, nihayet bir yer bulup park ettikten sonra başladık sokak sokak dolaşmaya. Yıllar öncesinin izini sürdüm bütün sokaklarda, köşe başlarında, kafelerde, pastanelerde, mağazalarda ...

Çoğu yer kapanmış, yeni mekanlar, yeni mağazalar açılmıştı. Ben her adımımda başka bir anıyı anımsayarak yürüdüm o kaldırımlarda.

Gezerken yanımda eşim ve kızım da vardı tabi. Gezdirirken kolay olsun diye kızımı pusete oturtmuştuk. Ama tam tersine puset bizim için sorun oldu. Daha önce hiç fark etmemişim, her yer merdivenmiş....

Yolun karşısına geçeceksin üst geçitlere tırmanan dev merdivenler karşında, sokak başları merdiven üstüne merdiven.... İki adımda bir puseti kucaklayıp taşımaktan yorgun düşüp, sonunda kızımızı elinden tutup yürütmeye, puseti de katlayıp elimizde taşımaya karar verdik.

Koskoca başkentin göbeğinde en azından merdivenin yanına rampa yapmayı, üst geçitlere asansör koymayı düşünememiş mi, hiç kimse?

Zor da olsa çocuklu aileler bir şekilde çözüm bulabilirler belki, peki engelli insanlar ne olacak? Sokağa çıkamayacaklar mı? 

Araba kullanmaya başladığım ilk yıllarda, arabamı bir eczanenin önüne park etmiştim. O caddede dükkanı olan bir esnaf üşenmeden yanıma kadar gelip, arabanızı bir metre öne alabilir misiniz diye rica etmişti, çok kibar bir şekilde. Neden, diye sorduğumda kaldırımdaki rampayı gösterdi bana, engelli arkadaşlar kullanıyor bu rampayı, bu şekilde kullanamazlar dedi. 

O güne kadar hiç bir yerdeki hiç bir rampayı fark etmemiştim ben, ve bu uyarıyla çok utanmıştım, hemen arabamı daha ileri çekmiştim.

O günden beri her gittiğim yerde dikkat ederim engellilerin kullanımı için düşünülmüş herşeye. 

Lütfen siz de dikkat edin, fark edin, fark ettirin.

4 Ekim 2010 Pazartesi

HOŞGELDİN SONBAHAR

Takvimsel olarak Eylül ayı sonbaharın başlangıcı kabul edilse de küresel ısınmanın da etkisiyle,  son bir kaç yıldır Eylül'de yazı yaşamaya devam edip, ancak Ekim ayında sonbahara ulaşıyoruz.

Sizi bilmem ama ben yazı, özellikle sıcağı çok seven bir insan olmadığımdan memnuniyetle karşılıyorum sonbaharın gelişini. Her ne kadar kurs arkadaşlarım havaların soğumasına sevindiğim için bana kızsalar da, bu sene yaşadığımız aşırı sıcak günlerden sonra bu yaz sıcağa doyduğumuz konusunda benimle hemfikirler.

Kabul ediyorum sonbaharın hüzünlü, iç karartıcı bir havası var, kışa doğru yaklaşmanın insana verdiği bir iç sıkıntısı olduğu da gerçek. Ancak romantik bir yönü olduğunu da siz kabul edin. 

Sarı yapraklar, yağmurlu günler, bulutlu gökyüzü ....

Canım oğlumun doğumgünü 15 Ekim olduğundan benim için ayrıca özeldir Ekim ayı.

Bir süredir oğluşumdan uzak olduğumdan bahsetmiştim sizlere.Geçen pazar günü annem, babam ve oğlum bizi ziyaret etmek için Ankara'ya geldiler. Pazar, pazartesi ve salı günü yazdan kalan son sıcak günleri de değerlendirerek Ankara'nın keyfini sürdük hep beraber, hasret giderdik, gezdik, eğlendik, yedik, içtik. Salı günü oğluşumu, annemi ve babamı Kayseri'ye uğurladık.

Ertesi gün de eşimin işleri sebebiyle İstanbul'a doğru yola çıktık. İstanbul'da da bizi yazdan kalma güneşli bir gün karşıladı. Biraz dinlendikten sonra kendimizi Bağdat caddesine attık.

Akşam yemeği için İstanbul'daki favori mekanlarımızdan 'Friday's' i seçmiştik. Ne yazık ki bizi tatsız bir sürpriz bekliyordu. Friday's kapanmış yerine başka bir mekan açılmıştı. 

Hayal kırıklığımızı içimize atıp yiyecek başka bir mekan ararken bir kaç kez turladık caddeyi. Cadde her zaman ki gibi kıpır kıpır, rengarenk, ışıltılı ve eğlenceliydi. Her seferinde yeni bir şeylerle şaşırtır beni Bağdat caddesi.

İşte caddede gözüme takılanlar.


Mağazaya dalıp, her bir objeyi inceleyerek saatler harcamak istesem de sevgili kızımla önünden geçmek bile yeterince zor olduğundan sadece uzaktan bakmakla yetindik


Şu mağazanın çok sade ve bir o kadar şık görüntüsüne bakar mısınız ! 
Kızımın bu şıklıkla tamamen tezat görüntüsünü dikkate almayınız lütfen!


Yukarıda gördüğünüz kafe gerek ismi, gerek dekorasyonu, gerekse girişiyle bana çok orijinal geldi.
Yeni mi açıldı, daha önce ben mi fark etmedim, bilemiyorum.


Ertesi sabah bizi gri bir gökyüzü ve serin esen hafif rüzgar karşıladı. Sanki bir gecede sonbahar gelmişti. İşlerimizi bitirdikten sonra, yağmursuz günden faydalanmak amacıyla hemen Ortaköy'e uzandık. Deniz, Ortaköy cami, eşsiz manzarasıyla Boğaz, incik boncuk alışverişi, midye tava ve sıcak lokma... Ortaköy her mevsimde güzel ...









Ortaköy sonrası soğuyan havanın etkisiyle kapalı bir mekan arayıp, İstinye Park'ta karar kıldık. Burada da oğluşumun favori mekanı Rain Forest Cafe'nin kapandığını  görüp bir hayal kırıklığı daha yaşadık.



Ertesi gün Kalamış'ta denize karşı kahvaltımızı yaptıktan sonra kalan işlerimizi tamamlayıp Ankara'ya doğru yola çıktık.


Ankara'da bizi soğuk bir sonbahar akşamı karşıladı. 

Koca bir hafta böylece akıp gitti ve ben ancak bugün sizlerle bir şeyler paylaşma fırsatı buluyorum.

Güz de olsa, son da olsa adı bahar !

Keyfini çıkarmaya bakın!

Herkese mutlu sonbaharlar....