4 Ekim 2010 Pazartesi

HOŞGELDİN SONBAHAR

Takvimsel olarak Eylül ayı sonbaharın başlangıcı kabul edilse de küresel ısınmanın da etkisiyle,  son bir kaç yıldır Eylül'de yazı yaşamaya devam edip, ancak Ekim ayında sonbahara ulaşıyoruz.

Sizi bilmem ama ben yazı, özellikle sıcağı çok seven bir insan olmadığımdan memnuniyetle karşılıyorum sonbaharın gelişini. Her ne kadar kurs arkadaşlarım havaların soğumasına sevindiğim için bana kızsalar da, bu sene yaşadığımız aşırı sıcak günlerden sonra bu yaz sıcağa doyduğumuz konusunda benimle hemfikirler.

Kabul ediyorum sonbaharın hüzünlü, iç karartıcı bir havası var, kışa doğru yaklaşmanın insana verdiği bir iç sıkıntısı olduğu da gerçek. Ancak romantik bir yönü olduğunu da siz kabul edin. 

Sarı yapraklar, yağmurlu günler, bulutlu gökyüzü ....

Canım oğlumun doğumgünü 15 Ekim olduğundan benim için ayrıca özeldir Ekim ayı.

Bir süredir oğluşumdan uzak olduğumdan bahsetmiştim sizlere.Geçen pazar günü annem, babam ve oğlum bizi ziyaret etmek için Ankara'ya geldiler. Pazar, pazartesi ve salı günü yazdan kalan son sıcak günleri de değerlendirerek Ankara'nın keyfini sürdük hep beraber, hasret giderdik, gezdik, eğlendik, yedik, içtik. Salı günü oğluşumu, annemi ve babamı Kayseri'ye uğurladık.

Ertesi gün de eşimin işleri sebebiyle İstanbul'a doğru yola çıktık. İstanbul'da da bizi yazdan kalma güneşli bir gün karşıladı. Biraz dinlendikten sonra kendimizi Bağdat caddesine attık.

Akşam yemeği için İstanbul'daki favori mekanlarımızdan 'Friday's' i seçmiştik. Ne yazık ki bizi tatsız bir sürpriz bekliyordu. Friday's kapanmış yerine başka bir mekan açılmıştı. 

Hayal kırıklığımızı içimize atıp yiyecek başka bir mekan ararken bir kaç kez turladık caddeyi. Cadde her zaman ki gibi kıpır kıpır, rengarenk, ışıltılı ve eğlenceliydi. Her seferinde yeni bir şeylerle şaşırtır beni Bağdat caddesi.

İşte caddede gözüme takılanlar.


Mağazaya dalıp, her bir objeyi inceleyerek saatler harcamak istesem de sevgili kızımla önünden geçmek bile yeterince zor olduğundan sadece uzaktan bakmakla yetindik


Şu mağazanın çok sade ve bir o kadar şık görüntüsüne bakar mısınız ! 
Kızımın bu şıklıkla tamamen tezat görüntüsünü dikkate almayınız lütfen!


Yukarıda gördüğünüz kafe gerek ismi, gerek dekorasyonu, gerekse girişiyle bana çok orijinal geldi.
Yeni mi açıldı, daha önce ben mi fark etmedim, bilemiyorum.


Ertesi sabah bizi gri bir gökyüzü ve serin esen hafif rüzgar karşıladı. Sanki bir gecede sonbahar gelmişti. İşlerimizi bitirdikten sonra, yağmursuz günden faydalanmak amacıyla hemen Ortaköy'e uzandık. Deniz, Ortaköy cami, eşsiz manzarasıyla Boğaz, incik boncuk alışverişi, midye tava ve sıcak lokma... Ortaköy her mevsimde güzel ...









Ortaköy sonrası soğuyan havanın etkisiyle kapalı bir mekan arayıp, İstinye Park'ta karar kıldık. Burada da oğluşumun favori mekanı Rain Forest Cafe'nin kapandığını  görüp bir hayal kırıklığı daha yaşadık.



Ertesi gün Kalamış'ta denize karşı kahvaltımızı yaptıktan sonra kalan işlerimizi tamamlayıp Ankara'ya doğru yola çıktık.


Ankara'da bizi soğuk bir sonbahar akşamı karşıladı. 

Koca bir hafta böylece akıp gitti ve ben ancak bugün sizlerle bir şeyler paylaşma fırsatı buluyorum.

Güz de olsa, son da olsa adı bahar !

Keyfini çıkarmaya bakın!

Herkese mutlu sonbaharlar....

Hiç yorum yok: