30 Haziran 2010 Çarşamba

YAZ TATİLİ, BİR EV, İKİ KARDEŞ


Okullar kapandı, karnelerimizi aldık. Ödev yapma mücadelemizi, erken yatma kavgalarımız ve sabah uyandırma çabalarımıza uzunca bir ara verdik. Şükürler olsun.

Birinci sınıf bence eğitim hayatını en sancılı yılı. Bütün hayatı oyun olan bir çocuğu disipline alıştırmak, bir yandan aman sıkılıp, bıkmasın, bir yandan geri kalmasın derken epeyce yorucu bir yıl geçirdik ailecek. Neyseki uyumlu, hızlı  öğrenen bir oğluşum var, mümkün olduğunca az sorun çıkardı ama sonuçta yedi yaşında bir çocuk işte. 

Bizim bir de küçük kardeş faktörümüz var tabi. Küçük canavara rağmen ders çalışmak çok da kolay olmadı.

Evet açıkçası tatilin zamanı gelmişti. İlk bir hafta da gayet güzeldi. Ancak herşeyden olduğu gibi  hemen sıkılıverdik tatilden de. Hava bir bakıyorsunuz fazla sıcak, bir bakıyorsunuz deliler gibi yağmur yağıyor. Bu tutarsızlık ta çocuklarla yapılabilecekleri hayli kısıtlıyor. 

Evde de kardeşi sebebiyle her istediğini yapamıyor oğluşum. Mesela en büyük zevki legolarıyla yeni şeyler yapmak. Kardeşimiz henüz iki yaşında olduğundan (ki tam bir' terrible 2' vakası) legolarını onun olduğu ortamda oynaması mümkün değil.

Bir de abimizi taklit etme hastalığımız var, abi ne yaparsa o da yapacak. Dolayısıyla abimiz epeyce bunaldı kardeşinden. Biraz yalnız kalmak istiyor. Odasını kendi özel dünyası olarak gördüğünden bizim de, özellikle kardeşinin de bu şekilde kabul etmesini istiyor. Tahmin edebileceğiniz gibi bu o kadar kolay olmuyor.

Kardeşimiz ilk doğduğu zamanlar oğlumun isteğiyle iki taraflı bir levha hazırlayıp asmıştık kapısına. Bir tarafına 'Girebilirsin', bir tarafına da 'Rahatsız Etmeyiniz' yazmıştık. 



Kardeşimiz yazılardan pek anlamadığı için, bu yaz kapı kilitleme aşamasına geçtik. Dün oğlumu yemeğe çağırmak için odasına gidince kapıya yapıştırılmış bir şey gördüm. Eski bir oyuncak telefonu kapısına zil yapmıştı oğluşum. Çok orijinal geldi bana sizinle de paylaşmak istedim.



                            

İnşallah bir kaç haftadan yaz okulumuz başlayacak, böylece kardeşler 24 saat bir arada olup, didişmeyecek, birbirlerini özleyecek, oğluşum yeni arkadaşlar, yeni uğraşlar edinecek,  ben de az da olsa nefes alacağım.

Herkese iyi tatiller....! 

27 Haziran 2010 Pazar

BU NE BU ??? KIRLENT BU !



Daha önce 'Bu ne bu???' diyerek size fikrinizi sormuştum. Hayriş'e ve Fulya'ya verdikleri cevaplar için teşekkürler.

Evet kırlent bu yani koltuk içine şık bir görüntü amacıyla yerleştirilen yastık. 



Evime ziyarete gelen dostlarım bilirler, tamamen benim zevkim ve seçimlerimle tasarlanmış pembe bir salonum var. 

Sadece pembe rengin boğucu olabileceğini düşünerek kırık beyaz ve gümüş renkleri de katarak döşemiştim salonumu. Yaklaşık beş yıldır evimde bir değişiklik yapmadım ve artık sıkılmaya başladım. Ancak kızım henüz 28 aylık sevimli bir canavar olduğu için tadilat ve yenilenme harekatımızı en az bir yıl daha ertelemeye karar verdik.

Bu bir yıllık dönem için en azından eşyaların yerini değiştirerek, küçük aksesuarlar katarak özellikle salonda değişiklik yapmayı planlıyorum. 

Bu değişikliğin ilk adımı olarak farklı ve bol şıkırtılı kırlentler yapmaya karar verdim. Bu gördüğünüz ilk kırlentim.




Gümüş yapay deriden kocaman bir çiçek yapıp, ortasına tomurcuk niyetine şeffaf taşlar diktim.

Aslında gümüş satenden yuvarlak bir yastık dikip onun üzerine yerleştireceğim çiçeğimi ama sanırım yazın rehavetinden saten almaya bir türlü zaman ayıramadığımdan şimdilik bulunan kırlentlerden birine iliştirdim.

Yapılış aşamalarını aşağıda görebilirsiniz.




Salonum için yeni tasarımlarımı da sizinle paylaşmaya devam edeceğim. 

25 Haziran 2010 Cuma

SHREK SONSUZA DEK MUTLU

Küçük kız kardeşimizi evde babasıyla bırakıp, anne oğul sinemaya gitmek bizim en büyük eğlencelerimizden. Bugün uzun zamandır beklediğimiz Shrek Son Bölümü seyretme fırsatı bulduk oğluşumla. Shrek dizisinin bütün filmlerini çok sevdik ve DVD sini edinip evde de pek çok kez izledik. Hala televizyondaki gösterimlerini bile kaçırmıyoruz. 

Ben kendi adıma filmdeki, görüntünün ardındaki güzelliği görebilme temasını ilk filmden beri çok tuttum. O kocaman çirkin devin, içindeki naiflik, sonsuz sevgi ve dostluk, sonra sihir etkisindeki Fiona'nın , gerçek aşkı Shrek'in öpücüğüyle sihirden kurtulunca insana değil deve dönüşmesi, hepsi etkili detaylardı.

Bu son filmin de bir mesajı var. Sahip olduklarının kıymeti kaybetmeden bilinmez. 

Düşünsenize bir sabah gözünüzü açtığınızda, monotonluğundan sıkıldığınız, gündelik işlerinden yıldığınız hayatınızın değiştiğini, özlemini duyduğunuz eski hayatınıza döndüğünüzü görüyorsunuz. Belki önce hoşunuza gider ama ya sonra, işin heyecanı geçtiğinde eminim hepimiz hayatımızı geri isteriz.

Shrek'in başına da böyle bir olay geliyor ve o da hayatının değerini farkediyor.

Daha fazla ayrıntı verip, seyretmeyenler için filmin tadını kaçırmayalım.

Oğlum tabi filmi benden farklı bir gözle izledi. 3D gösterimi, usta seslerin esprili seslendirmesi, komik sahneler onun daha çok ilgisini çekti ve kesinlikle çok eğlendi.

Çıkışta filmi beğendin mi dedim,

'Evet, süperdi!' dedi,

peki sence bu filmde ne anlatmak istemişler dedim,

' Bir baba ailesini asla bırakmamalı çünkü başka yerde mutlu olamaz' dedi.

Farklı bir açıdan da olsa sanırım ana fikri anlamıştı. Eğlenmesinin yanında filmin ana içeriğini de anlamış olması beni ayrıca mutlu etti.

Bence çocuklarla yapılacak güzel bir tatil aktivitesi. Şimdiden iyi seyirler...


BU NE BU ???


Bu tamamen benim tasarladığım bir 'şey'. Bugün bitirip sizinle paylaşmayı düşünüyordum ama ne yazık ki yetişemedi. Ben bu gördüğünüz 'şey' ile uğraşırken oğlum da eşim de bir anlam veremediler ne yaptığıma. 

Sizce ne? 

24 Haziran 2010 Perşembe

İŞTE ELBİSE


'Baştan Ayağa Mor' başlıklı yazımda sizinle mor saç çiçeğini paylaşmıştım. O çiçek işte bu elbiseyi tamamlaması için yapıldı.
Ben saten kumaşları özellikle de iri desenleri çok seviyorum. Ancak çok iri bir desenle yapılmış bir elbise fazlasıyla gözü yoruyor ve daha da önemlisi insanı olduğundan kilolu gösteriyor. Ben de çok beğendiğim büyük desenli bir saten kumaşı arkasını düz siyah saten kullanarak kolları, yakası ve eteğine de kumaşın içindeki başka bir renk satenle geniş bantlar geçerek dikmiştim. Böylece hem desenli saten kullandım hem de gözü yoran ve kilolu gösteren etkisini azaltmıştım.

Benim elbisemde siyah, beyaz ve mavi hakimdi. Elbisenin arkası siyah diğer detayları maviydi.

Yukarıda gördüğünüz de Özgül'ümün kıyafeti. Ön kısmı desenli, arkası ise düz siyah.Detaylar mor.

Özgül'cüğüm şu an Marmaris kıyılarında keyif yapmakta olduğundan henüz elbisesini göremeyecek ama biter bitmez ben sizinle paylaşmak istedim.



Bu  arada  hergün olmasa da arada bir birşeyler yazıp, varlığınızı hissettirmeniz beni çok mutlu eder.
Herkese keyifli günler...

23 Haziran 2010 Çarşamba

HACI BEKİR USULÜ KÖFTE


Biliyorum yüksek kalorili, sağlıksız, zahmetli ve sıradan....

Ama bu, sevgili et sever özellikle de köfte sever eşimin, hayalinde canlandırıp, verdiği tariflerle yaptığım bir çeşit köfteli kebap.

Adının da güzel ama uzun bir hikayesi var belki başka bir zaman anlatırım.

Ayda yılda bir eşimi mutlu etmek için pişirme zahmetine katlandığımdan, hazır pişirmişken sizinle de paylaşayım istedim.

Her zamankinin aksine benim değil eşimin tasarımı....

Belki siz de sadece bir kereliğine de olsa et sever eşlerinize pişirmek istersiniz.

Yapılışına gelince:
  • Önce pide küçük küpler şeklinde kesilip tereyağında kavruluyor
  • Patates rendelenip sıvıyağda tuz, pul biber, karabiber ekleyerek pişene kadar kavruluyor
  • Köfteler küçük toplar halinde yuvarlanıp, sıvı yağda kızartılıyor
  • Tereyağ, salça ve kırmızı biberle sos yapılıyor
  • Sarımsaklı yoğurt hazırlanıyor
  • Bütün bu işlemlerin sonunda tabağa önce pideleri, üzerine patatesi, onun üzerine de köfteleri yerleştirip, salçalı sosu ve yoğurdu hepsinin üzerine döküyoruz.
Bunca uğraşın ardından tabağı eşinize servis ediyorsunuz ve siz çorbanızı alıp masaya oturduğunuzda tabağı sanki  içine yemek konmamış gibi tertemiz buluyorsunuz. Yıkamaya bile gerek yok.

                                                  

22 Haziran 2010 Salı

KIRMIZI ve LACİVERT ve BEYAZ


Başınız sıkışsa aileniz dışında tereddütsüz arayabileceğiniz kaç kişi var? Öyle sadece önemli mevzular için değil, saçma sapan bir sebeple bile olsa nazınızı çekecek, ayıp mı olur, kırılır mı demeden içinizden geldiği gibi davrandığınız, yanında bütün maskelerinizi çıkardığınız, en zayıf tarafınızı sakınmadığınız biri var mı?

Benim hayatımda böyle biri var. Canımı hatta canımdan kıymetli evlatlarımı bile güvenebileceğim, her türlü derdimi paylaşabileceğim bir şeker dostum var benim.

Sıkıntısını kendi derdim gibi bilip sıkıntı ettiğim, kendi adıma diliyormuş gibi onun için de umutlar biriktirdiğim, dualarımdan eksik etmediğim bir can arkadaşım; Asuman.

Benim pembeye olan sevdam gibi onun da kırmızı, lacivert ve beyaz beraberliğine tutkulu bir beğenisi var. Mavi ve beyaz gömleklerim için bir broş yapmak istedim ve ortaya yukarıda gördüğünüz broş çıktı. 

Bu broşun da bana Asu'cuğumu hatırlatmaması imkansızdı. Broşu kendim kullanmaya kıyamadım, bu Asuman'ın olmalı diye düşündüm ve kendime yeni bir broş tasarladım. Kendi broşumu 'Huzurun Rengi Mavi' başlıklı yazımda sizinle paylaşmıştım.

Bugüne kadar beklememin sebebine gelince bugün Asuman'cığımın doğumgünü. Broş vasıtasıyla burdan canım arkadaşımın doğumgününü de kutlamak istedim. Çok küçük bir hediye ama kabul ederse broş da doğumgünü hediyesi olsun istedim.

İyi ki doğdun, iyi ki varsın canım arkadaşım.

Eşinle, oğlunla daha nice yıllar sağlıklı ve huzurlu yaşa. 

20 Haziran 2010 Pazar

BABASININ KIZI


Hep babamın kızıydım ben. Annem bazen kıskanırdı aramızdaki bağı. Aşk derecesinde bir sevgiyle bağlıydım babama.

Yıllar önce bir seyahat dönüşü, havaalanında eşim free shopta alışveriş yaparken ben de valizlerle dışarıda bekliyordum. Gözüme 30 lu yaşlarda genç bir adam ve elinden tutmuş 6-7 yaşlarında bir kız çocuğu ilişti. Bir anda o yaşlardaki ben ve babam canlandı gözümün önünde, gözlerim doldu. Üniversiteye başlayana dek birlikte nereye gitsek babam elimden tutardı. Onun için hiç büyümeyen küçük kızıydım ben.

Yanımdan geçerken küçük kız babasının yanağına kocaman bir öpücük kondurup, 'çok teşekkür ederim babacığım, her istediğimi aldın' dedi. O anda zaten bahane arayan gözyaşlarım boşalıverdi. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.

O an farkettim ki, ne kadar özlemişim babamın küçük kızı olmayı, attığım her adımda onun desteğini hissetmeyi, istediğim herşeyi benim için gerçekleştireceğini bilmenin şımarıklığını, karşılaştığım her sorunu çözeceğini bilmenin rahatlığını, babamın kanatları altında yaşamayı ne çok özlemişim.

Eşim geri dönüp beni o halde bulunca telaşlandı tabi. Ama benim sakinleşipte ona olanları anlatmam epey uzun  sürdü. Anlatınca da bir anlam veremedi gerçi. Bu kadar küçücük bir olayın beni bu kadar ağlattığına inanamadı bir türlü.

O zamanlar baba bile değildi eşim, şimdi olsa biri kız olmak üzere iki çocuk babası olarak farklı tepki verir eminim.

Bence annelik doğuştan gelen bir içgüdü. Yüce Rabbimin biz kadınlara bahşettiği bir yetenek. İki yaşındaki kızımda bile annelik güdüsü var. Ama baba olmak öğrenilen bir beceri gibi. Kimi erkekler defalarca çocuk sahibi olsa da baba olmayı öğrenemez ve bence kız babası olmadan hiçbir baba tam olarak babalığı tadamaz.

Benim babam ise baba olmak için yaratılmış. Her adımımızda kardeşimin ve benim yanımda oldu. Hayatının en önemli amacıydı bize babalık yapmak. Her türlü sıfatının önüne koydu babalığı. Belki de çok küçük yaşta kaybettiği babasına duyduğu özlemin acısını  bize mükemmel baba olarak çıkardı.

Büyüdüm, meslek sahibi oldum, evlendim, anne oldum ama babama olan ihtiyacım hiç eksilmedi hatta arttı. Bir tek ben iken mesuliyeti artık oğlumu, kızımı da ayrı ayrı düşünür oldu babacığım. 


Şimdi de kızımla aşk derecesinde bir sevgi var aralarında. Nerdeyse kızımın bütün hayatı büyükbabası. Her zil sesine, her telefona büyükbabam diye çığlıklar atarak koşuyoruz. Büyükbabasını kapılarda karşılayıp ayağına terlik mi verse, yemek yerken peçetesini mi getirse...


Oğlum içinse güvende olmak demek büyükbabası. Gözünde öyle yüce bir yerdeki büyükbabası, çok mantıklı, olgun bir çocuk olmasına rağmen, ona göre büyükbabasının  gücünün yetmeyeceği bir şey yok.  






Sırtında bütün dünyanın yükünü taşıyan yorulmaz babam benim,

Seni çoooook seviyorum.

Babalar günün kutlu olsun.

18 Haziran 2010 Cuma

BAŞTAN AYAĞA MOR



19 Mayıs tatilinde can dostum Özgül'ümün eşi ve oğluyla bizim misafirimiz olduğundan, 'Yıllar Sonra Kaldığımız Yerden' başlıklı yazımda bahsetmiştim.

Toplam üç günlük bir zamandı ama biz pek çok şey sığdırmıştık o kısa zamana.

Özgül'üm temmuzda kuzeninin oğlunun sünnet düğünü olduğunu ve farklı bir şeyler giymek istediğini anlatmıştı bana. Benim daha önce diktiğim bir elbiseden esinlenerek, bir kıyafet tasarladık. Birlikte mor rengin hakim olduğu bir kumaş seçtik. 

Kıyafetin altına da mor ayakkabılar düşünmüştük ama birlikte alacak fırsatımız olmadı. Özgül'üm döndükten sonra ayakkabısını bulduğunu söyledi. Detayları anlatınca farkettik ki nerdeyse aynı saatlerde aynı ayakkabıyı beğenmişiz.

Düşündüm ki baştan ayağa mor konseptimizde birşeyler eksik kaldı. Özgül'üm ne düşünür bilmem ama saçını sade bir topuz yaptırıp ensesine mor bir çiçek takarsa hoş olur dedim ve mor satenden çiçek yaptım.



Saçında kullanmak istemezse belki siyah bir gece çantasına iliştirip, kıyafetini tamamlayabilir.

Nasıl yaptığıma gelince, kartondan kestiğim yaprak kalıbıyla satenden iki farklı boyda toplam yirmi tane yaprak kestim. Daha dik durması ve ipliklenmemesi için, kenarlarını mum ışığında yaktım. Deri bir kumaş parçasının üstüne çiçek görüntüsü verecek şekilde dikip taşlarla tamamladım.

Kıyafetini giyince bir fotoğrafını gönderir ve ben de sizinle paylaşırım inşallah. İlk kez kendimden başka biri için birşeyler tasarladım umarım güzel olmuştur.

17 Haziran 2010 Perşembe

BUGÜN REGAİB KANDİLİ

Pazar günü Hicri takvime göre Receb ayının ilk günüydü. Böylece mübarek üç aylar başlamış oldu. Herkes için ne ifade eder bilmem ama benim için üç ayların gelişi huzurun, bereketin, hayrın gelişi ve tabi ki Ramazan'ın yaklaştığının müjdesidir.

Yılın en sevdiğim zamanıdır Ramazan. Bütün ailenin toplandığı çeşit çeşit iftarlıklarla, özenli yemeklerle süslenen iftar sofraları, gece kalkılıp bir bardak suyla da olsa yapılan sahurlar. Bütün gün oruçlu olmanın verdiği iç huzurla her türlü yanlıştan kaçınma çabası, yardımlaşma, hediyeleşmeler ve tabi ki ardından gelen Ramazan Bayramı...

Artık pek çok şehirde, pek çok ailede Ramazan yaşanmıyor ne yazık ki. Benim içinse her zaman çok önemli ve özel oldu. Elimden geldiğince yaşamaya ve evlatlarıma da yaşatmaya devam edeceğim.

Yıllar önce hayatımın çok önemli bir kavşağında kararsız öylece kalakalmışken, bir Regaib Kandilinde ellerimi açıp dua etmiştim Yüce Rabbime. Sana teslim oldum beni en hayırlı olan yola ulaştır demiştim. Bir hafta sonra eşimle tanıştım ve bambaşka bir yön aldı hayatım.

Siz de bütünüyle bir teslimiyetle ellerinizi açın bu gece. Yüreğinizden geçeni dileyin. Bu geceyi boşa geçirmeyin ve en azından sizlere hatırlattığım için beni de dualarınızda unutmayın.

Herkesin Regaib Kandili mübarek olsun...!

16 Haziran 2010 Çarşamba

HOŞGELDİN BEBEK 2


Daha önce Hayriş'imin yakışıklı oğlu için maviş bir çelenk hazırlamıştım. O çelengi de 'HOŞGELDİN BEBEK' adlı yazımda sizinle paylaşmıştım.

O çelengi çok beğenen annem, çok yakın bir arkadaşının doğacak ilk torunu için pembiş bir çelenk yapmamı istedi benden.

Pembeye olan zaafım malum, zevkle hazırladım pembiş çelengi.




Bebeğimiz pazartesi günü, tam da benim doğumgünümde, dünyaya geldi.

Bebeğe dünyamıza hoşgeldin derken, annesine geçmiş olsun diliyorum.

15 Haziran 2010 Salı

MUTFAKTA KİM VAR ?

Bunlar da kurabiyelerimizi yaparken mutfakta yaşananlar.

 

Elinde merdane, ağzında emzik....
Siz  hiç mutfakta böyle bir güzel gördünüz mü?



Yakışıklı oğluşum da şekil verme aşamasında bize katıldı.

 

Bu da beni çizdiğim kurabiye kalıbı.

EV KURABİYELER


Epey oluyor, yine Martha Stewart'ın sayfasında fincanlara takılmış minik evler görmüştüm. Üç boyutluydu o evler. Dört parça ev duvarları, iki parça da çatı için, toplam 6 parça kurabiyeden oluşturulmuştu. Fincanlarda çok şık görünüyorlardı ama o kadar uğraşmaya değmez diye düşünmüştüm.



Sonra aklıma bu evleri iki boyutlu da yapabileceğim geldi. Önce kartondan bir ev kalıbı çizdim. Klasik kurabiye kalıpları kadar kolay olmadı tabi kullanımı, epeyce uğraştırdı ama değişik bir sunum oldu.








                                                                                                         


Dondurmalar, meyveler, pudingler, rengarenk kokteyller, çeşit çeşit kahveler, milkshakeler hazırlayıp, daha güzel sunumlarla fotoğraflamak isterdim ama çocuklar kurabiyelere saldırmadan önce ancak bu kadarı elimden geldi.


Süslemeler için de çilek reçeli kullandım ama eritilmiş çikolatayla süsleyip, donmasını bekleyip servis yapmak daha da şık olacaktır. Bizim acelemizden çikolata eritmeye yada süslemelerin donmasını beklemeye fırsatımız olmadı.

Kurabiyeleri yaparken de çok eğlendik. Kızım, oğlum, Serpil Teyzemiz, ben hep beraber yaptık kurabiyeleri. Ben evleri çocuklar da minik hayvancıkları yaptılar.


















Ben fotoğrafları çekerken başımda bekleyip, sonra da afiyetle yediler.

14 Haziran 2010 Pazartesi

BUGÜN BENİM DOĞUM GÜNÜM !

14 Haziran ....

Bugün benim doğumgünüm ...

Bugün 34 ü bitirip, 35 yaşıma giriyorum.

Yaşlanmakla bir sorunum yok ama yine de otuzlu yaşların ilk yarısını bitiriyor üzere olmak, 40 lara doğru yol aldığını bilmek biraz tedirgin ediyor insanı.

Oysa çok iyi biliyorum ki insan yaş aldıkça yaşlanmaz....

Yüzdeki çizgiler yada saçlardaki aklar değildir yaşlanmak. 20 sinde yaşlıdır kimisi, kimisi de 80 nine de gelse genç kalır.

Yeter ki yaş aldıkça, içinizdeki yaşama sevinci, sevebilme yetisini, hayatın en küçük parçasından bile keyif alma becerinizi, geleceğe olan inancınızı ve umudunuzu eksiltmeyin.

'Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,

yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,

hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,

ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,

yaşamak yanı ağır bastığından' (1)

Ben şimdiye kadar hep elimden gelenin en büyüğüyle yaşadım hayatı. Her anımın hakkını vermeye çalıştım. İsteklerim için sonuna kadar savaştım, başarısızlıklarıma takılıp kalmadım. Her noktadan yeniden başlanabileceğine hep inandım.

Bu hayatta her ne sıfat aldımsa, en iyisi olmak için elimden geleni yaptım.

Belki elimden gelen, bir çok insan için vasattı, belki pek çok zaman yetersiz kaldım. Ama hep yeterince emek verdiğimi bilmenin iç huzuruyla yaşadım.

Hayat kocaman bir 'puzzle'ı tamamlamak gibi gelir bana. Ömür boyu parçaları toplar insan, sonuçta ortaya çıkan resimde boşluklar yaşayamadıklarımızdır.

Farkına vararak, fark yaratarak, iyi kötü yaşanmış herşeyi kendine katarak, boşluk bırakmadan yaşamakla yaşlanmaz insan ancak yaş alır.

İyi ki doğmuşum !

Bugün ben doğumgünü çocuğuyum, kimse ilişmesin lütfen keyfime.

Bir gün için de olsa rafa kaldırdım koşuşturmacayı, hayat telaşını, sıkıntıları, kaygıları....

Bugün benim günüm.

Sahip olduğum herkes ve herşey için sonsuz şükürler olsun !



(1) Nazım Hikmet'in 'YAŞAMA DAİR' isimli şiirinden alınmıştır.

Doğumgünüm vesilesiyle sizinle çok sevdiğim bir şiiri de paylaşmak istedim. Ne yazık ki şiirin sahibi kim bilmiyorum. Bilen varsa lütfen beni de bilgilendirsin.


ANLAR
Eger,yenıden başlayabilseydim yaşamaya,
İkincisinde daha çok hata yapardım.
Kusursuz olmaya çalışmaz,sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum, ilkinde olmadıgım kadar,
Çok az şeyi
Ciddiyetle yapardım.
Temizlik sorun bile olmazdı asla.
Daha çok riske girerdim.
Seyahat ederdim daha fazla.
Daha çok güneş doguşu izler,
Daha çok dağa tırmanır,daha çok nehirde yüzerdim.
Görmedigim bir çok yere giderdim.
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan
insanlardandım.
Yeniden başlayabilseydim eger, yalnız mutlu anlarım
olurdu.
Farkında mısınız bilmem. Yaşam budur zaten.
Anlar, sadece anlar. Siz de anı yaşayın.
Hiçbir yere yanında su, şemsiye ve paraşüt almadan,
Gitmeyen insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eger, hiçbir şey taşımazdım.
Eger yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder,güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım,bir şansım olsaydı eger.
Ama işte 85'indeyim ve biliyorum...

ÖLÜYORUM....

12 Haziran 2010 Cumartesi

CANIM'A

Bugün 12 Haziran.....

Haziran kutlamalarımızın ikincisi var bugün.

Sevgili eşimle evlilik yıldönümümüz!

Bu yıl 11. yılımızı tamamlıyoruz.

11 yıl, ne çabuk geçmiş zaman. Sanki imzayı attığımız o muhteşem gün daha dünmüş gibi .

Hasan Cemal'in bir kitabı vardı, 'Kimse Kusura Bakmasın, Kendimi Yazdım' diye.

Kimse kusura bakmasın bugün ben de eşimi, evliliğimi yazacağım.

Bizim oldukça sıradan bir tanışma hikayemiz var, görücü usulü evlendik. Ama tanışmak için bize geldiği gün kapıyı açtığım anda, işte bu evleneceğim adam demiştim içimden.

Sanki ilk görüşte aşık olduk biz!

Yıllardır tanışıyormuşuz gibi daha ilk yemeğimizde derin bir sohbete dalıp saati unutmuştuk. Geç vakit eve döndüğümde annem babam merak içindelerdi.

İlk günden sımsıkı tuttuk biz birbirimizin ellerini ve asla bırakmadık. İyi kötü her türlü durumu elele karşıladık hep. Birbirimize olan saygımızı hiç kaybetmedik. Hoşgörümüzü, özenimizi, sabrımızı, güleryüzümüzü, pozitif enerjimizi başkalarından önce en çok birbirimize gösterdik.

Tek bir gün küs kalmadık bunca yıldır. Elbet kavgalarımız oldu, ama her zaman birbirimizi dinlemeyi, konuşarak çözüm bulmayı bildik.

Bir kere olsun ondan istediğim bir şeye hayır demedi benim canım sevgilim. Hele hamileliklerimde, doğum sonrası ilk dönemlerde çok kahrımı çekti. Hala da çocuklarımı büyütürken en büyük yardımcım. Bir tek ev işlerine karışmaz ve çok dağınıktır ama o kadar da olsun değil mi? Yoksa nazar değerdi benim canıma.

Pek çok şeyi ondan öğrendim ben. Evliliğimizin ilk yıllarında pişirdiğim o berbat yemekleri sabırla son lokmasına kadar yer, beni incitmeden yemek pişirmenin püf noktalarını anlatırdı.

Düşünüyorum da bir tek onun yanında dışarı çıkarabilmişim ben içimdeki şımarık, nazlı kız çocuğunu. Mantıksız isteklerime, hırçınlıklarıma, aniden yükselen öfkeme hep aynı sıcak gülümsemesiyle karşılık verip, göğsüne bastırdığı başımı okşar ve o an sakinleştirir beni.

Evet çok çabuk geçmiş gibi görünse de 11 yıl şöyle bir anılarımı tazeleyince  farkediyorum ki, biz 11 yıla bir kaç ömür sığdırmışız şimdiden. 

Her anımızı dolu dolu, hakkını vererek, tadına vararak yaşamışız.

Yüce Rabbim evlatlarımızla, sağlıklı ve huzur içinde nice 10 yıllar nasip etsin inşallah bize. Beni bu dünyada eşimsiz bırakmasın.

Evlatlarıma da bizim kadar mutlu evlilikler kısmet etsin inşallah.

Canım, diğer yarım, çocuklarımın babası, hayat arkadaşım, yoldaşım......

Yıldönümümüz kutlu olsun.

Seni çooooooook seviyorum ! ! !

11 Haziran 2010 Cuma

HUZURUN RENGİ MAVİ



Ne kadar pembe aşığı olsam da, bütün renkleri seviyorum. Daha doğrusu ben her şeyi renkli seviyorum. Evim, eşyalarım, her türlüsünden mutfak aksesuarlarım, giysilerim, ayakkabılarım, takılarım.... Her eşyam mümkünse renkli, parlak, ışıl ışıl olsun.

Mavi de kıyafetlerimde en çok tercih ettiğim renklerden biri. Mavi giydiğimde gözlerimin maviye döndüğünü söylerler.

Mavi bana hep huzuru çağrıştırır, denizi, yazı, uçsuz bucaksız gökyüzünü, özgürlüğü  çağrıştırır.

Kendime açık mavi bir gömlek diktim yaz için. Bu senenin trendi gömlek göğsünde armalar biliyorsunuz.

Hazır bir arma alıp gömleğimin göğsüne dikmektense ben ellerimle şıkır şıkır bir broş yapıp sade gömleğime ışıltı katmak istedim.

Mavinin o huzurlu, sade halinden biraz uzaklaşsa da, gömleğim broşuyla tam benlik oldu.

Sizce?

10 Haziran 2010 Perşembe

BABALAR GÜNÜ KARTI


Benim bir oğlum, bir de kızım var. Ama daha anne olmadan evladım gibi benimsediğim, sevdiğim bir de büyük oğlum var; Ömer'ciğim. Eşimle çok sevdiğimiz dostlarımızın yakışıklı oğlu.Ömer'i o kadar çok sevmişim, öyle yürekten dilemişim ki Yüce Rabbimden bana da Ömer kadar yakışıklı, şeker, akıllı, olgun, sempatik bir erkek evlat verdi.Şükürler olsun! Kendi çocuklarımız oldu ama Ömer'ciğimin bizim gönlümüzdeki yeri hiç değişmedi.

Şimdi diyeceksiniz ne alakası var Ömer'in babalar günüyle.

Ömer'ciğimin zarif annesi, zevkli seçimleri, özenli ikramları, şık sunumlarıyla her zaman takdir ettiğim bir arkadaşımdır.Oğullarının sünnet düğününde de her ayrıntı arkadaşımın kalitesini yansıtacak şekilde özenli ve seçkindi. Hele davetiyelere bayılmıştım.

Ömer'ciğimle ilgili herşey zaten benim için çok özel ama bu davetiye öylesine şık ve orijinaldi ki hala albümlerimin arasında saklıyorum. Davetiyeyi ilk gördüğümde babalar günü için çok hoş bir kart örneği olacağını düşünmüştüm ama bir türlü elim değmemişti.

Bu sene Martha Stewart'ın sayfasında ona benzer kartlar görünce harekete geçtim. Ortaya bu smokin kartlar çıktı.



Babamıza, büyükbabamıza, dedemize, öğretmenimize derken, renk renk kartlarımız oldu.

Oğluşum dayısı için de Beşiktaş forması şeklinde bir kart tasarladı.

Babalar gününe daha var ama belki siz de babalarınıza, çocuklarınızla kendi elinizden bir kart hazırlamak istersiniz diye düşünerek erkenden sizinle paylaşmak istedim.

9 Haziran 2010 Çarşamba

PLASTİK POŞET KULLANMAYA SON 2


Plastik Poşet Kullanmaya Son adlı yazımda çevresel mevzulardan biraz olsun bahsetmiştim size. Dikeceğim iki yeni çanta daha olduğunu da söylemiştim. Bir çantayı daha sizin beğeninize sunuyorum.

Bu vesileyle çevreyle ilgili birkaç bilgiyi de paylaşmak istiyorum sizinle.Üzerinde yaşadığımız yaşlı gezegenimizin artık acil yardım çağrısı yaptığını siz de görün istiyorum.

Gezegenimizin ekolojik sağlığında 1970 yılından bu yana yüzde 35 oranında bir bozulma olduğunu tespit edilmiştir. Bu oldukça ciddi bir oran.


Dünyamızdaki tatlı su kaynakları düşünüldüğü gibi bol değildir. Dünyadaki toplam suların sadece yüzde 2,5'i tatlı sudur. Bunun kullanabildiğimiz kısmı ise 0,0003'e eşit. Ancak nüfus artışı, israf ve kirlenme gibi sebeplerden dolayı su kaynakları üzerindeki stres her geçen gün daha da artmakta. Doğal su kaynaklarımızı korumalı ve hatta "su üretimi" konusunda ciddi olarak düşünmeye başlamalı ve bugünden önlemler almalıyız. Önlem alınmazsa ileride su savaşları yaşamak mümkün.


Musluğa elinizi her uzattığınızda, her bir damlayı iki kez düşünerek tüketin. Çok değil belki on yıl sonra o damlalara çok ihtiyacımız olabilir.


Sadece 1 dakikada, global ekonomi dünyanın 10.000 dakikada ürettiği enerji toplamı kadar (çoğunluğu fosil yakıtlardan elde edilen) enerji tüketiyor.

Düşünün dünyanın üretim hızının 10.000 katı hızla tüketiyoruz. Kaç yıl daha dayanır doğal kaynaklar bu hızda tüketime? Doğal kaynak diye sonsuz değil ya...

Yürüyüş mesafesi için bile arabaya binen, az tüketeni varken en yüksek motor seçenekli arabaları tercih eden, görgüsüzce aşırı sıcak evlerinde kış vakti kısa kollu tişörtleriyle dolaşanlar, yakıtınız bittiğinde merak ediyorum ne olacak haliniz?

Bu dünya hepimizin, herbirimiz birbirimize karşı sorumluyuz.

Çocuklarınızın geleceğine sahip çıkın, dünyamıza sahip çıkın.

Farkında olun, başkalarını farkına varması için de elinizden geleni yapın.

Yaşlı dünyanın acil yardım çağrısına kulak verin!!!

Not: Yukarıdaki çevresel bilgilerin çoğu Sayın Hayrettin Karaca'nın web sayfasından alınmıştır.
Varlığı, çabası, emeği için yüreğine sağlık. Teşekkürler Hayrettin Karaca.



8 Haziran 2010 Salı

PEMBE KELEBEKLER



Pembe rengin benim için bir sevda olduğundan daha önce bahsetmiştim.Kelebeklere gelince eşim ve benim için özel bir yeri var. Her çiftin birbirine hitap ederken kullandığı o çifte özel sözler vardır. Kimi aşkım der, kimi canım, kimi kuşum biz de kelebeğim deriz.Her ne kadar kelebeğin o zarif görüntüsünden çok uzakta olsam da, özellikle eşim bana genelde böyle seslenir. Onun  içindir ki tercihlerimiz de hep kelebek desenli, kelebek figürlü şeylere yöneliktir.

Kızımızın doğumunu beklerken dokuz ay boyunca ondan minik kelebek diye bahsettik. Odasını hazırlarken de en çok kelebek figürleri kullandım. Balon avizesinde, perdesinde, yatak örtüsünde ve süslemelerinde.



Bebeklerin dikkatini çeksin diye yataklarının üzerine dönen, müzik çalan oyuncaklar asılır, biliyorsunuz. Yanılmıyorsam bu oyuncaklara dönence deniliyor. Oğlumdan kalan bir dönencemiz vardı fakat hem kızımın odasının konseptine uygun olsun, hem de hemen her parçasını ellerimle yaptığım odaya hazır bir aksesuar katmayayım diye biraz tel, biraz tül, kurdele ve boncukla pembe kelebekler yaptım.

Kelebekleri yukarıdan cibinliğe iliştirip, aşağıya doğru sarkıttık. Odadaki hareketle hafif sallanıp, uçuşan bir görüntü veren kelebeklerimiz zamanla kızımın da dikkatini çekti, hoşuna gitti. Ancak ayakta durmaya başlamasıyla kelebekleri yaklamak için zıplarken kendine bir zarar verebilir endişesiyle bir süre kaldırdık kelebeklerimizi. Artık daha bilinçli bir küçük hanımefendi olduğu için kelebeklerimiz yeniden odamıza dahil oldu. Bu vesileyle sizinle de paylaşmak istedim.

Herkese bol kelebekli günler.

Bu vesileyle benim kelebeğime de sevgiler.

7 Haziran 2010 Pazartesi

HERKESE MERHABA

Eveeet, birkaç günlük kısa bir seyahatin ardından yine evimizdeyiz. İnsanın evi gibi yok. Sizi bilemem ama ben evimden başka hiçbir yerde rahat edemiyorum. Hatta lafı bile var, evim evim güzel evim...:))

Sabah bir heyecanla bilgisayarımı açmayı, sizden gelen yorumları okumayı, yeni bir şeyler tasarlamayı ve yazı yazmayı çok özlemişim. Özge'ciğim beni arayıp, kaç gündür bir şey yazmıyorsun, hangi şehir dışındasın diye hesap sordu. Özge beni hergün takip eden can arkadaşlarımdan, yokluğumu hissedip araması çok hoşuma gitti, teşekkürler canım arkadaşım.

Bir an önce size birşeyler yazmak istedim ancak, bu seyahatte bol bol çocukların peşinde koşmaca ve havuz keyfi vardı, paylaşacak bir şeyler yok.

Yeni şeyler tasarlayıp paylaşmak için de çok yorgunum.Yarına kadar izninizi istiyorum. Kafamda bir dolu fikirle geldim, inşallah arkası fırtına gibi gelecek.

Şimdilik hepinizi öpüyorum.

Özge'ciğim en çok da seni...

2 Haziran 2010 Çarşamba

İYİ Kİ DOĞDUN ANNECİĞİM

Haziran ayı bizim aile için kutlama ayıdır. İki güne bir pasta keseriz, herkes birbirine hediye alır, kutlamalar, davetler, telefon trafiği..... Bu ay bizim için oldukça yoğun geçer anlayacağınız.

Annemin doğum günü ile başlayan kutlamalar, biricik eşimle evlilik yıl dönümümüz, benim doğum günüm derken  babalar günüyle nihayet bulur.

4 Haziran annemin doğum günü.Bir kaç gün şehir dışında olacağım için bugün kutladık anneciğimin doğum gününü.O yüzden kutlama yazımı da bir kaç gün önceden yazıyorum.

Benim biricik annem tipik bir ikizler burcudur, tıpkı benim gibi.Pek çok ortak noktamızın yanı sıra aynı kutupta olmanın etkisiyle çarpıştığımız da çoktur.

Canım annem, anneannem iyi ki seni doğurmuş. Evet doğru, seni bu dünyaya kendinden çok bizler için yaşa diye doğurmuş ama öylesine fedakar bir insansın ki sen, başka türlüsü elinden gelmezdi eminim.

Sana çoook teşekkür ediyorum anneciğim!

Varolduğun için,
annem olduğun için,
ilkokulda beslenme çantama hazırladığın süslü patatesler, çilek reçeliyle göz ağız yapılmış tereyağlı ekmekler için,
mezuniyetlerimde ellerinde diktiğin balo elbiselerim için,
evlenirken üşenmeden oturup bana yazdığın pasta ve yemek tarifi defteri için (bir anneden başka kim çorbanın üzerine dökülecek salça sosunun bile ayrıntılı tarifini yazar?),
çocuklarımı büyütürken hep yanımda olduğun için,
beni kimsenin sevemeyeceği kadar sevdiğin, düşündüğün için,
sahip olduğum bütün erdemleri bana kazandırdığın için,
o müthiş dikiş yeteneğinden az da olsa bana da verdiğin için,
güçlü genlerinle bana, kardeşime ve hatta benim çocuklarıma da kısmet olan 'okyanus gözlerin' için
sonsuz teşekkürler..........

İyi ki varsın, iyi ki benim annemsin.

Sensiz asla tam olamam, hep yarım kalırım, benim için uzun, sağlıklı yaşa, kendine çok iyi bak anneciğim.

Sen benim hayat pusulamsın, sensiz yolumu bulamam.

İnşallah birlikte daha nice yıllar sağlıkla, mutlulukla, huzurla, birlikte yaşamayı nasip etsin Yüce Rabbim.

Doğum Günün Kutlu Olsun !